maviş forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

maviş forum

maviyi seven forum maviş foruma hoşgeldiniz.
 
AnasayfaKapıGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Ahmet Altan

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
arda





Ahmet Altan Empty
MesajKonu: Ahmet Altan   Ahmet Altan Icon_minitimeC.tesi Mart 21, 2009 10:24 pm

1950 yılında doğdu. Orta ve lise öğrenimini çeşitli okullarda dolaşarak tamamladıktan sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesine devam etti, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi. Yirmi dört yaşında gazeteciliğe başladı. Gece muhabirliğinden, genel yayın müdürlüğüne kadar gazeteciliğin hemen hemen bütün kademelerinde çalıştı. 1987 yılında köşe yazarı oldu. 1990'da genel yayın müdürüyken gazeteciliğe ara verdi. Çeşitli televizyon programları hazırladı.Birçok yazısından dolayı yargılandı ve 1995 yılında bir buçuk yıla mahkûm edildi.

ESERLERİ: * Dört Mevsim Sonbahar (roman) 1982 yılında yayınlandı. * Sudaki İz (roman) 1985 yılında yayınlandı, toplatıldı ve müstehcenlikten yargılanarak mahkeme kararıyla toplatıldı. * Yalnızlığın Özel Tarihi (roman) 1991'de basıldı. * Tehlikeli Masallar (roman) 1996 Ekim'inde yayımlandı ve rekor sayılacak baskı sayısına ulaştı. * Karanlıkta Sabah Kuşları (deneme) Kasım 1997'de yayınlandı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
arda





Ahmet Altan Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Altan   Ahmet Altan Icon_minitimeC.tesi Mart 21, 2009 10:25 pm

Nilüferler

...bostan dolabının yanındaki,
suları bana kahverengi gözüken, o küçük ve
eskimiş havuzdaki solgun ve kederli nilüferlere
gidip bakardım çocukken, babam,
onların kökleri olmadığını anlatmıştı bana.

Neden bu çiçekleri hep bir şeylere benzetmek için
kullandıklarını ancak büyüyünce anladım.
Yalnızca bu çiçekler, hep bir yerlere gidecekmiş gibi
azade ve özgür oluyorlar ama küçük bir
havuzun içinde bir yere gitmeden yaşıyorlardı.
Hayat da böyle bir şeydi benim için; hep
bir yerlere gidecek gibi duran, yalnız ve bir yere
gitmeyen bir çiçek...
Bütün bir hayatın özeti buydu.

Bende bir yere bağlanmadım ve bir yere gitmedim,
öyle solgun nilüfer gibi bir havuzun içinde
yalnız başına durdum, köklerimi salamadım,
ne, olduğum yere sağlamca yerleştim,
ne, başka diyarlara kaçabildim,

Bana bakanlar, beni seyredenler, beni sevenler
oldu ama kimse yakasına takmadı beni,
kimse odasına koymadı, kimse beni sulayıp
büyütmek için uğraşmadı.

Onlara ihtiyacım olmadığını, havuzumda
tek başıma yüzebileceğimi düşündüler.
Ben de bu yüzden; kederi, yalnızlığı,
kirlenmeyi öğrendim ve hayata benzedim.

Ne garip başka bir şey de olmak istemedim,
beni beğenmeleri yetti bana...
Köksüz bir hayat, çaresiz yalnızlık, tuhaf keder…

Ahmet ALTAN
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
arda





Ahmet Altan Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Altan   Ahmet Altan Icon_minitimeC.tesi Mart 21, 2009 10:25 pm

Kristal Denizaltı

İlişkiler içinde en çok hastalıklı olanları severim, ateşimin yükselmesini, sayıklamalarımı, kabuslarımla hayallerimin birbirine karışmasını, en dokunulmaz yerlerimde hissettiğim sızıları.
Hastalığının bütün kıvrımları, hastalığımın bütün kıvrımlarıyla öpüşen bir kadınla denizaltıma binip çıktığım yolculukları. Solgun bir sabah vakti insanların arasından ayrılışımı. Hiçbir yere gitmeyen bir denizaltının içinde, hiçkimsenin gitmediği yerlere gitmeyi. Birçoğumuz çıktık bu yolculuğa.Evet, sevdiğimiz hasta biri. Evet, bu ilişki hastalıklı. Ama bunu ne önemi var. Hastalıklarımız birbirini tutuyorsa,öpüşen dudaklar gibi değiyorsa hastalıklarımız birbirine...
Benim de o kristal denizaltıya binmişliğim var.
Süt buğusu gibi solgun maviliğin yayıldığı ıssız bir sabah vakti, dönüp dönmeyeceğini bimediğin bir yolculuğa çıkmak için ürpertilerle binip, kapaklarını kapatırsın.
Eğer dönersen başka biri olarak döneceksindir yolculuğundan.
O denizaltı bir yere gitmez.
Giden sensindir.
O denizaltının içinde tuhaf bir yolculuğa çıkarsın, o yolculukta gördüklerini, duyduklarını, hissettiklerini hiçkimseye anlatamazsın, senin anlattığını kimse anlamaz çünkü.
Onlar da vaktinde o yolculuğa çıkmış olsalar bile, kimse kimsenin yolculuk hikâyesini kavrayamaz.
Kristal denizaltının çevresinden geçip de senin içerde yaptıklarını görenler şaşarlar sana, şaşılacak şeyler yaparsın gerçekten.
O denizaltıya binenler kendilerini bile şaşırtacak davranışlarda bulunurlar.
Bir orospuya aşık olmaktır o denizaltıya binmek.
Bir serseriye tutulmak.
Bir çılgının peşinden gitmek.
Bütün hayatını bir bencilin yanında geçirmek istemektir.
Geleceğini, bir dakikasını bile kendine ayırmadan, verdiğin armağanın değerini belki de hiç bilmeyecek birine vermeye hazırlanmaktır.
Seni seyredenler hastalığını düşünürler.
'Hastalıklı ilişkiler' tanımlamasının içindesindir artık.
Denizaltının dışındakiler, seni iyileştirmek için sana bağırırlar, nasihatler verirler, yardım etmeye çabalarlar.
Seslerini duyar ama yalnızca gülümsersin.
Fuzuli'nin şiiridir artık senin duyduğun:
'El çek ilacımdan tabib...'
İyileşmek istemezsin.
Yalnızca, seni hastalıklı insanların arasına atanı değil hastalığı da sevdiğini kim bilebilir ki seni seyredenler arasında.
Sen artık Zelda'ya tutulan Fitzgerald, Wagner'e tutulan Cosima'sındır.
Kulağına sesler gelir.
- Senin sevdiğin çirkin bir kadın, o adam bencil, güvenilmez biri senin güvendiğin, hastalıklı bir ilişki bu.
Gülümsersin.
Onlara şöyle demek istersin:
- İlişkinin hastalıklı olması önemli değil ki, önemli olan iki kişinin hastalığının birbirine, biribiri için yaratılmış iki parça gibi uyması.
Zaten hastalıklı bir ilişkinin olabilmesi, insanın o kristal denizaltıya binip bilinmez yolculuklara çıkması için, birbirine tutulan iki kişinin değil, onların hastalıklarının birbirine değmesi, o hastalıkların kıvrımlarının denk gelmesi gerekir.
Seyredenler, hastalıkların uyduğunu görmezler.
Onların gördüğü birbirine uymayan iki kişidir.
Çirkin bir erkek ve güzel bir kadın gibi, fedakâr bir kadın ve çıkarcı bir erkek gibi, sevecen bir erkek ve sinirli bir kadın gibi iki benzemeyen insanın aynı denizaltının içinde acılarıyla ve mutluluklarıyla tuhaf bir seyahate çıkmasına şaşar insanlar.
Sorarlar kendi kendilerine:
- Neden bu iki insan aynı kristal denizaltının içinde.
Cevap çok basittir aslında:
- Çünkü onların hastalıkları birbirine uyuyor.
O kristal denizaltıya binmişliğim var.
Hastalıkları hastalıklarımın kıvrımlarına uyanlara rastlamışlığım var.
Fuzuli'nin mısraını mırıldanmışlığım var:
- El çek ilacımdan tabib...
İtiraf edeyim ki, ilişkiler içinde en çok hastalıklı olanları severim, ateşimin yükselmesini, sayıklamalarımı, kabuslarımla hayallerimin birbirine karışmasını, en dokunulmaz yerlerimde hissettiğim sızıları.
Hastalığının bütün kıvrımları, hastalığımın bütün kıvrımlarıyla öpüşen bir kadınla denizaltıma binip çıktığım yolculukları.
Solgun bir sabah vakti insanların arasından ayrılışımı.
Hiçbir yere gitmeyen bir denizaltının içinde, hiçkimsenin gitmediği yerlere gitmeyi.
Birçoğumuz çıktık bu yolculuğa.
Evet, sevdiğimiz hasta biri.
Evet, bu ilişki hastalıklı.
Ama bunu ne önemi var.
Hastalıklarımız birbirini tutuyorsa,öpüşen dudaklar gibi değiyorsa hastalıklarımız birbirine.
Hangi sağlıklı ilişki böyle ateşler içinde yanabilir ki, hangi sağlıklı ilişki benim gördüğüm rüyaları görebilir ki, hangi sağlıklı ilişki böyle sancıyabilir ki.
Ateşlerle yanarak, sancılarla kavrularak, çılgın rüyaların içinde kıvranarak, kristal denizaltımda hastalıklı ilişkilerin içinde seyahatlere çıktım.
Gezdiğim sıcak sahillerin büyücüleri bana hep aynı şeyi söyledi.
- Önemli olan onun sana uyması değil,önemli olan onun hastalığının senin hastalığına uyması.
Dolaştığım tarih sayfaları, aşk bölümlerinde hep 'hastalıklı' ilişkileri anlatıyordu, kayda geçmeye değer olarak yalnızca onları bulmuştu.
Brahms Clara Schuman'a böyle tutulmuş, Yesenin İsodora Duncan'a hayatını böyle armağan etmişti.
Onlar birbirlerine uymuyordu.
Uyan, hastalıklarıydı.
Solgun bir sabah vakti kristal bir denizlatıya biner hayatın derinliklerine gidersiniz.
Dönüp dönmeyeceğinizi bilmeden.
Dönerseniz başka biri olarak dönersiniz.
Kristal bir denizaltıya binmişliğim var.
Ateşler içinde kıvrandığım.
Ve sizin ateşler içinde kıvrandığınız.
Hiç iyileşmek istemediniz.
En iyileşmek istediğiniz, iyileşmek için yalvardığınız zamanlarda bile istemediniz iyileşmeyi.
Bir kristal denizlatıya binip gittim bir gün.
Garip rüyalar gördüm.

Ahmet Altan
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
arda





Ahmet Altan Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Altan   Ahmet Altan Icon_minitimeC.tesi Mart 21, 2009 10:25 pm

Eylül

Beni bu eylül öldürecek
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
Akşam rüzgarları; tene dokunan bir kamçı kadar şehvetlidir.
Ben her yıl ölümü ve aşkı bu ayda beklerim.....

Ve eylülün çıplak ayakalrına bir yazı bırakırım.
Eylül sabahları; kılıçlar kadar keskin ışıltılarıyla
tenimi kanatarak uyandırır beni.
Ben eylüle akarım.
Bir hüzün gibi akarım ben eylüle kanayan bir aşk gibi,
siyah şallara bürünmüş,genç bir ölüm gibi akarım.
Sevişerek,ağlayarak ve ölerek akarım ben eylüle.
Her yıl,hep aynı vakitte,geniş bir ırmak gibi
bütün hayatı berrak sularında yıkayarak gelir,
beni ve herşeyi koynuna alarak,
bir meçhule hüznüyle emzirerek götürür hep.
Kadınları ve hüznü eylülde severim...

Keman konçertolarını,
akşam saatlerinde bir bir ışık yangını ile kıpkızıl tüten
yalnız ağaçları,ürkek tebessümleri ve edepsiz kahkahakarı severim.
Lacivert bir deniz benim ellerimde oynaşır.
Sahiller,yaşlı bir kadın gibi kendine terkedilir
Şarkılar,incecik bürümcükten acılar vaad eder her dinleyene
Bitenin başlayana dokunduğu yerdir eylül...

Onun için yanık yanık tütsü kokar,
Onun için değdiği yeri kanatır.
Eylülde aşk,eylülde acı,eylülde yalnızlık zordur,
eylülde herşey zordur,ben eylülü onun için severim.
Eylül ışıklarında çırılçıplak ruhlar yıkanır
Herkes herşeye kapısını aralar 'bir aşk oluverir aşinalık'.
Ölüm kıvırcık saçlarını hayatın göğsüne dokundurur.
Aşkı ve ölümü ben hep bu ayda beklerim.
Nasıl da mahsun ve nasıl da tehditkardır.
Ben eylülde bütün aşklardan ve ve kadınlardan korkarım...

Ben her yıl eylülün çıplak ayaklarına bir yazı adarım.
Ve ben eylüle akarım
Bir hüzün gibi akarım ben eylüle,
kanayan bir aşk gibi akarım,
Siyah şallara bürünmüş bir genç ölüm gibi akarım...

Ahmet Altan
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
arda





Ahmet Altan Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Altan   Ahmet Altan Icon_minitimeC.tesi Mart 21, 2009 10:26 pm

Bilmemek

Duygularınız sizindir, saklıdır, kimsenin müdahale edemeyeceği bir biçimde size aittir, oradaki her değişiklik yalnızca sizinle ilgili bir keder ya da sevinç yaratacaktır ama hayatınız başkalarının da içinde dolaştığı, başkalarının da kendine bir yer bulduğu, açıkça görülen, izlenen, müdahale edilebilen, oradaki her değişiklikle başkalarının da yaralanabildiği bir duraktır.
Vitrinlerindeki mankenleri çırılçıplak soyulmuş, demir parmaklıkları indirilmiş ışıksız dükkanların iki yanına dizildiği, apartman kapılarının sıkısıkıya kapatılmış olduğu, köşebaşlarında çöplerin biriktiği Şişli'nin arka sokaklarından bir gece vakti, korkmayı bile unutarak, aşk acıları içinde ağlayarak geçtiğim o gece on yaşlarındaydım herhalde.
Erken gelen bir özgürlük merakıyla tek başıma gittiğim, gazoz ve toz kokulu Tan Sineması'nda seyrettiğim filmdeki siyah gözlü kıza aşık olmuştum.
Ama aşktan ağlamıyordum.
Kızın adını öğrenemediğim için ağlıyordum, onun kim olduğunu anlayamamıştım.
Adını bilmediğim için onu hayallerimin arasına alamıyordum.
Hayallerime alamadığım için hayatıma da alamamıştım.
Aşıktım ama aşık olduğum, kendisine ruhumda yer açtığım bir kadına hayatımda bir yer açmam, onu hayatımın bir yerine, hayallerimde de olsa, yerleştirmem mümkün olmuyordu.
Şimdi büyüklere çok manasız geleceğini bildiğim ama bir çocuğu gerçek bir acıyla acıtan o ani aşkı yaşarken; duygu dünyandaki yeri bu kadar açık ve kesin olan birinin hayatındaki yerini bilememenin, ona hayatında bir yer bulamamanın nasıl yakıcı bir sızıya dönüşebileceğini galiba ilk o gece sezdim.
O gece, o kıza hayatımda bir yer bulamamamın nedeni hayal eksikliğindendi, hayal kuramamıştım.
Daha sonraları, duygularla hayat arasındaki çatışmaların, yalnızca hayal eksikliğinden kaynaklanmadığını; insanın varlığını oluşturan duygularıyla düşünceleri ve bu ikisini birden kapsayan hayatı arasındaki belirsizliklerin, bunların arasındaki, açılması bazen imkansız olan kapıların tahminimden çok daha fazla olacağını görecektim.
Okuduğum kitaplardaki kahramanların çoğu da, duygularındaki belirsizliklerden değil, duygularıyla hayatları arasındaki belirsizlikten acı çekiyorlardı.
Sevdiklerine duygularında ve hayallerinde bir yer bulsalar bile hayatlarında bir yer bulamıyorlardı.
Sanki duygularımızda çok keskin ışıklarla aydınlanmış, parlak ve canlı duran biri, hayatımızda, sırf parlaklığından dolayı yer bulamıyordu, onu hayatımıza yerleştirmek için birçok ışığın yerini değiştirmemiz, bazı ışıkları söndürmemiz gerekeceğinden karar verirken duralıyorduk.
Ve soruyorduk kendimize:
- Onun duygularımdaki yerini biliyorum ama hayatımdaki yeri neresi?
Bu cevaplandırılması tahmin edilenden daha zor bir soru.
Çok sevdiğiniz, çok değer verdiğiniz bir insanı hayatınıza almak istediğinizde, onu hakettiği yere yerleştirebilmek için, onun kadar ya da ona yakın değerde bir başka şeyi hayatınızdan çıkarmak zorunda kalırsınız.
Bir vakitler İngiltere kralı, halktan bir kadına aşık olup da kendine bu soruyu sormak zorunda kaldığında, 'onun yeri hayatımın merkezi' cevabını vererek, sevdiğini hayatına yerleştirebilmek için krallık tacını hayatından çıkartıp atmıştı.
Ama o kralın yeğeni, aynı soruya amcası kadar güçlü ve açık bir cevap veremedi.
Hayatından hiçbir şey çıkaramadığından, gerçekten aşık olduğu kadını hayatına alamadı.
Amca kral, kadınını, yeğen prensin kadınını sevdiğinden daha çok seviyordu diye bir sonuç çıkarmak hemen mümkün mü tam bilemiyorum.
Ya da prens taca amcasından daha düşkündü demek gerçeği açıklamaya yeter mi, ondan da emin değilim.
Prens sevdiği kadın için tacı hayatından çıkarmaya karar verse, bu kararla birlikte sadece müstakbel tacını değil büyük bir ihtimalle annesinin mutluluğunu ve güvenini, babasının oğluyla ilgili beslediği hayalleri de hayatından çıkarmak zorunda kalacaktı.
Belki buna gücü yetmedi, belki annesini mutsuz görmeye dayanamayıp kendi mutluluğundan vazgeçti, ki insanın kendi mutluluğundan bir başkası için vazgeçmesi de tacından vazgeçmek kadar, hatta bazen ondan da zor olabilir.
Mutluluğundan mı yoksa tacından mı vazgeçen daha büyük bir fedakarlıkta bulundu, buna kim kolayca cevap verebilir.
Tek bilebileceğimiz, 'duygularımdaki yerini bildiğim bu insanın hayatımdaki yeri neresi' sorusuna cevap vermenin sanıldığından daha güç olduğudur.
En sıradan insanın bile öylesine karmaşık ve kalabalık bir hayatı vardır ki, o hayatın içinde yeni birisine yer açmak daima birilerini huzursuz edecek, birilerinin canını yakacaktır.
Bir mutluluk büyük bir ihtimalle bir başkasının mutluluğu karşılığında satın alınacaktır hayattan.
Bir başkasının mutluluğu pahasına elde edilecek bir mutluluk, bir sızı, bir pişmanlık, bir keder bırakmayacak mıdır sizde, mutluluğunuz, karar verdiğiniz anda başkasının kederiyle yaralanıp eksilmeyecek midir?
Bir başka insana duygularınızda yer bulmak, ona hayatınızda bir yer bulmaktan daha kolaydır.
Duygularınız sizindir, saklıdır, kimsenin müdahale edemeyeceği bir biçimde size aittir, oradaki her değişiklik yalnızca sizinle ilgili bir keder ya da sevinç yaratacaktır ama hayatınız başkalarının da içinde dolaştığı, başkalarının da kendine bir yer bulduğu, açıkça görülen, izlenen, müdahale edilebilen, oradaki her değişiklikle başkalarının da yaralanabildiği bir duraktır.
Hayatınızdaki her kıpırtı birçok insanı da kıpırdatır.
Kıpırdamadığınızda ise acı çeken siz olursunuz, bir de sizin duygularınızda yer alıp da, hayatınızda yer almayı bekleyen insan.
Hayatınızdakileri kıpırdatmayıp onları acıdan kurtarırsanız, kendinizi ve sevdiğinizi acıtırsınız, kendinizi ve sevdiğinizi sevindirip hayatınızı yeniden düzenlediğinizde başka birilerini.
'Duygularımdaki yerini bildiğim insanın hayatımdaki yeri neresi' sorusunu sorduğunuzda, bunu sormak zorunda kaldığınızda, bir acının bir yerde kımıldanmaya başladığını hissedersiniz kaçınılmaz olarak.
Ben on yaşındayken ismini bilmediğim bir kadına ansızın aşık olup da, onu, adını bilmediğim için hayallerime ve hayatıma alamadığımda ağlamıştım sokaklarda.
Sonra, adını bildiğim, hayallerime aldığım ama hayatımdaki yeri neresi sorusuna bir cevap bulamadıklarım için ağladım.
Duygularınızdaki yerini bilirsiniz bir insanın.
Ama onun hayatınızdaki yerini bilmek...
Bu zordur.
Vereceğiniz cevap, bu cevap ne olursa olsun, ıssız ve karanlık bir sokakta ağlayan bir oğlanın çektiği acının nasıl bir şey olduğunu size gösterir.

Ahmet Altan
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
arda





Ahmet Altan Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Altan   Ahmet Altan Icon_minitimeC.tesi Mart 21, 2009 10:26 pm

Özlemek

Birden özleyiveriyorsunuz...
Çoktan unuttuğunuzu sandığınız
ya da yalnızca bir kere karşılaştığınız
ve özlemek için yeteri kadar tanımadığınız birini
bir sabah çılgınca özleyerek uyanıyorsunuz.

Rüyalarınız, içinizdeki o gizli, esrarını ele vermez büyücü,
siz çarşaflarınızın arasında,
bütün tehlikelerden uzak,
güvenle yattığınızı sandığınız bir anda,
usulca ruhunuza sokulup,
sizden habersiz oralara yığılmış cephanelikleri
birer birer ateşleyiveriyor.
İnfilaklarla sarsılarak uyanıyorsunuz.
Hayatınızda olmayan birini hayatınıza almak,
ona dokunmak,
onun sesini duymak için kıvranırken buluveriyorsunuz kendinizi...

Özlemek, o yakıcı istek,
bilinen herşeyi ve önem sırasını değiştiriveriyor.
Özlediğiniz ise çok uzaklarda...
Yanında olmasını istediğiniz halde
yanınızda olmayan bir tek kişi,
yanınıza bile yaklaşmadan,
hatta onu özlediğinizden
ve onu istediğinizden haberdar bile olmadan,
bütün hayatı,
bütün görüntüleri eritip
başka kılıklara sokuyor...

Ahmet Altan
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
arda





Ahmet Altan Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Altan   Ahmet Altan Icon_minitimeC.tesi Mart 21, 2009 10:26 pm

Yürekleriyle Konuşan, Gözleriyle Gülen Kadınlar...

Bir kadın tanımak...

Bütün gel-gitleri, kaprisleri, küçük şımarıklıkları, korkuları, şaşkınlıkları, hercailikleri, hayal kırıklıkları, aşkları, terk edilişleri, başarıları, başarısızlıkları, kurnazlıkları, saflıkları, çocuk ağızları, şirinlikleri, küçük yalanları, büyük itirafları, kocaman yürekleri ile kendi olmaya çalışan kadınları tanımak...

Bir kadını sevmekle baslar her şey ama, bir kadını tanımakla varılır hayatın sırrına. Bir kadını tanımaya soyunmak zor ama keyifli bir yolculuğa çıkmaktır. Dört mevsimi bir yürekte buluşturur, bu yüzden de sürekli şaşırtırlar. Sürprizlerin ardı arkası kesilmez. Zordur anlamak onları. Benzemek gerekir anlayabilmek için belki de! Kendi zekasını hatırlatanları sever, sevgisini göstermekten ürkmeyenleri, sürprizlere hazırlıklı olanları bir de. Muson yağmurları gibi yağarken, Sahra' da çöl fırtınası koparıp ardından güneş olup ısıtabilirler. Dedim ya bir dünyadır kadınlar, yürekleriyle konuşan, gözleriyle gülen...

Bir kadını sevmekle başlar her şey ama, bir kadını tanımakla anlaşılır, hayatın
sırrına ancak aşkla varılacağına. Sevgi arsızıdır kadın. Verdiğinden daha
fazlasını isteme bencilliğini gösterecek kadar sevgi arsızı... Bu yanını doyurunca şımaracağından korkanlar, birlikte çoğalacaklarını bilmeyenlerdir. Bir kadını sevmekle başlar her şey ama, bir kadını tanımakla kanat çırpılır özgürlüğün bütün maviliklerine. Kendine inananlara, aşka inananlara koşar. Hem yaman bir aşk avcısı, hem de
engebeli yollarda koşmaktan bitap aşk yorgunudur kadın. Bir kadını sevmekle baslar her şey ama bir kadını tanımakla çıkılır keyifli serüvenlere. Hayatla dalga geçmesini bilir kadın, tıpkı kendiyle dalga geçmesini bildiği gibi. Ağız dolusu gülüşlere teslim olur. Bir kadını sevmekle başlar her şey ama bir kadını tanımakla tanık olunur
tutkuların gücüne. Göze alandır kadın. Çekip gitmeyi, sahip olduklarından
vazgeçmeyi, karşılık beklememeyi...

Mücadele eder, kızar, bağırır ama hep sever. Dedim ya bir dünyadır kadınlar, yürekleriyle konuşan, gözleriyle gülen... Yüreğini sevgiye açan ve sevmekten korkmayan bütün kadınlar gibi... Şimdi bir düşünün, kaç kadını değil bir kadını tanıyabildiniz mi bugüne değin? ? ?

Tanrı, kadınlara geçmişi ve geleceği, erkeklere ise yaşadığı günü armağan etti, kadınlar geniş bir zamana yayıldıkları için huzursuz, erkekler daracık bir zamana sıkıştıkları için anlayışsız olurlar.

Ahmet Altan
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
arda





Ahmet Altan Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Altan   Ahmet Altan Icon_minitimeC.tesi Mart 21, 2009 10:26 pm

Vakit Gül Mevsimidir Şimdi

Uzun zamandır yüreğim bir kuytuda
Uzun zamandır suskunluğum sorguda
Kilitlendim karmaşık bir duyguda
Her geçen gün biraz daha eksiliyorum

Vakit gül mevsimidir şimdi
Geceler hanımeli kokar
Bütün isyanlar benimdir
Hasretin zincirler kırar

Vakit gül mevsimidir şimdi
Gül yapraklarına benzer sabahlar
Yağmurlar zamansız dindi
Yasaklarıma benzer günahlar

Ahmet Altan
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
arda





Ahmet Altan Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Altan   Ahmet Altan Icon_minitimeC.tesi Mart 21, 2009 10:27 pm

40.Oda

Ne kadarınız gerçek sizin,
kırk odalı şatonuzun kırkıncı odasındaki
kilitler altında sakladığınız gerçek
duygularınızla,
gerçek düşüncelerinizin ne kadarı yansıyor
hayatınıza,
söylenmeyen neler var kuytularda,
hani kendinizden bile sakladığınız,
bir sinir kriziyle ya da büyük bir acıyla
yahut da muhteşem bir sevinçle kabuğunu çatlatıp da
ortalara dökülecek neler biriktiriyorsunuz
içinizde...
Ne kadarınız kendi sahtekarlığınızın esiri?
Sevip de söyleyemediğiniz,
özleyip de açıklayamadığınız
ya da sevmeyip de sevginizin eksikliğini içinize
gömdüğünüz oluyor mu,
korkaklıklar var mı,
kalleşlikler var mı,
yoksa diplerde saklanan cesaretiniz bir işaret mi
bekliyor...

Göründüğünüz insan mısınız siz,
yoksa bir define arayıcısı hazineler mi bulur
içinizde
ya da yıkılmış bir kentin harabelerini mi
taşıyorsunuz?
Derununuzda neler saklıyorsunuz?
Ne kadarınız gerçek sizin?

Ülkenizle ilgili düşüncelerinizi söylüyor musunuz,
yoksa başınızı belaya sokmayacak kadar akıllı mısınız,
gerçek düşüncelerinizi başbaşa konuşmalara mı
saklıyorsunuz,
açıkça konuşanları biraz aptal buluyor musunuz?

Günahlardan yapılmış hayaller var mı içinizde,
günahtan korktuğunuzdan bunları saklayıp
Tanrıyı mı kırmaya uğraşıyorsunuz?
Günahları sevmiyor musunuz, seviyor musunuz
yoksa...

Uzun bir yolculuğa çıkar gibi
duygularınızla düşüncelerinizi denklere
sarıp da içlerinizde bir yerlere mi
yerleştirdiniz,
bir gün yolculuk bitince açmayı mı düşünüyorsunuz
aslında yolculuğun hiç bitmeyeceğini ve
denklerinizi
hiç açmayacağınızı bilerek...
Bir gün çıldırsanız da
bütün duygularınızla düşüncelerinizi açıkça
söyleseniz,
neler duyacağız sizlerden,
gizli palyaçolar mı çıkacak ortaya,
yoksa korkaklığın altında,
bir istiridyenin içinde büyüyen inciler gibi
büyümüş yiğitlikler mi?

Kızgınlıklarınız yok mu sizin,
öfkeleriniz, isyanlarınız?
Aşklarınız yok mu?
Kendi sahtekarlığınıza ne kadar esirsiniz?
Esaretten kurtulsanız da gerçekler dökülse ortaya,
kendinize şaşar mısınız,
hiç düşündüğünüz oluyor mu kırkıncı odada neler
var diye, hangi unutulmaya çalışılmış sevgililer,
dile getirilmeyen özlemler,
söylenmeye söylenmeye birikmiş öfkeler,
hangi boşvermişlikler,
hangi inkar edilmiş arzular yatıyor diplerde?

Ne kadarınız gerçek sizin?

Kimselerden korkmadığınız kadar korkuyor musunuz
kendinizden?
Şehrin ışıklarının bulutlara yansıdığı
turuncu pırıltılı külrengi bir gecede,
şimşeklerle boşanan yağmur başladığında
şatonuzun odalarında bir gezintiye çıkıyor musunuz,
ağır ağır yaklaşıp o kırkıncı odaya
açıyor musunuz
kapıyı usulca, gördükleriniz ağlatıyor mu sizi,
bu kadar gerçeği o odada saklayıp,
hayatı yalan yaşadığınızı farketmek nasıl bir
sarsıntı yaratıyor?
yoksa, ne gökyüzüne vuran ışıklar, ne yağmur, ne de
ıssız gece,
sizin kırkıncı odaya yaklaşmanızı sağlayamıyor mu,
korkuyor musunuz kendi gerçeklerinizden,
kırkıncı odanız size de mi kapalı,
kendi kendinize bile mahrem misiniz?

Ne kadarınız gerçek sizin?
Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?
Bıktığınız olmuyor mu kendi yalanlarınızdan,
hiç kendinizden sıkıldığınız olmuyor mu,
kendinizi bir yerlerde terkedip de gitmek
istemiyor musunuz,
bütün yalanlarınızdan uzak bir yere?

Şöyle rahatça bütün duygularınızı,
bütün düşüncelerinizi söyleyebileceğiniz bir diyara,
kendinizi bile yanınıza almadan.

Ah aslında ben onu seviyordum diye ağlayacağınız
kimleri saklıyorsunuz koynunuzda,
yüksek sesle eleştirip de
içinizden hak verdiğiniz hangi düşünceler var,
kendinizi akıllı bulurken aslında gizlice kendi
korkaklığınızdan utığınızın itirafını nerelerde
gizliyorsunuz?

Ne kadarınız gerçek sizin?
Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?

Bunu hiç düşündüğünüz oluyor mu
yoksa bunu düşünmek bile yasak mı size?
Neler var kırkıncı odada?
Otuzdokuz odadan yapılmış hayatınızı,
kırkıncı odanın kapısını açmamak için yalan mı
yaşıyorsunuz?
Niye yapıyorsunuz bunu?
Açsanıza kırkıncı odayı yağmurlu bir gecede
belki...
Belki de hiç açmazsınız,
kapalı bir odayla yaşarsınız bütün ömrünüzü,
kendinizden sıkılarak...

Ahmet ALTAN
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
arda





Ahmet Altan Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Altan   Ahmet Altan Icon_minitimeC.tesi Mart 21, 2009 10:27 pm

ESERLERİ

ROMAN:
Dört Mevsim Sonbahar (1982)
Sudaki İz (1985)
Yalnızlığın Özel Tarihi (1991)
Tehlikeli Masallar (1996)
Kılıç Yarası Gibi (2001)
İsyan Günlerinde Aşk (2001)
Aldatmak (2002)

DENEME:
Karanlıkta Sabah Kuşları (1997)
Kristal Denizaltı (2001)
Geceyarısı Şarkıları (2001)
İçimizde Bir Yer (2004)
Ve Kırar Göğsüne Bastırırken (2003)

ÖDÜLLERİ:
1999 Yunus Nadi Roman Armağanı Kılıç Yarası Gibi ile
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
arda





Ahmet Altan Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Altan   Ahmet Altan Icon_minitimeC.tesi Mart 21, 2009 10:27 pm

Beyhude

Yalnızlık bir uçurumsa eğer beni en dipte bulabilirsin.
Gelmek istersen eğer çekinme sen de gelebilirsin.
Nasıl olsa
Bu uçsuz bucaksız gönül tarlalarının sonunda
Hayata küsmüşlerin yeşerttiği
Suya kavuşmuş toprak gibi canlı
Sevgi çiçekleri açan bahçelerden çok var.

Çekinme gel
Burada her yalnıza yer var.

Yalnız,
Sakın buradaki yalnızlara imrenme.
Bütün bu güzelliklerin içinde yaşayan
Yaşıyormuş gibi görünen biz yalnızların ulaşamadığı
Güzellikler çok daha fazla acı veriyor bana
Bakıp da görememek nedir bilir misin?
İsteyip de alamamak, sevip de okşayamamak.

Bu yüzden ne olur
Sen yukarıda kal. Fırsat bulursam
Ben sana gelirim.

Ahmet Altan
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
arda





Ahmet Altan Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Altan   Ahmet Altan Icon_minitimeC.tesi Mart 21, 2009 10:28 pm

Kadınlar ve erkekler çarpıştı

Birisini çok sevseniz...
Ona aşık olsanız...
Hayranlık, dostluk ve şefkat bu aşkınızı beslese...
Yıllarınızı birlikte geçirseniz...
Onun için dünyanın en unutulmaz şiirlerini yazsanız...
Ve, bir gün sizi yapayalnız bırakıp ölse...
Perdelerinizi kapatıp her yanında onun izleri olan evinize kapansanız...
Artık yanınızda olmayan sevdiğinizin anılarını düşünseniz...
Sonra, artık size sahipsiz görünen odalardan birine girip onun dolabını açsanız...
İçinde isimler olan bir defter bulsanız...
Sevdiğinizin sizinle beraberken seviştiği ya da sevişmeyi düşündüğü insanların adları, uzun bir liste olarak yazılı olsa orada...
Ne yaparsınız?
Ne hissedersiniz?
Ünlü Fransız şair Aragon, karısı romancı Elsa Triolet öldükten sonra böyle bir liste bulmuştu işte.
Sevdiği kadının seviştiği erkekler...
Yediği bu darbenin ağırlığından uzun zaman kurtulamadı Aragon.
Çok ağır yaralanmıştı.
Ölüm, onların gelecekte birlikte yaşayacaklarını çalıp almış, ona sevdiği kadının bulunmadığı bir gelecek bırakmıştı; bulduğu defter de şimdi geçmişini alıp götürüyor, geçmişi lekeli bir boşluğa döndürüyordu.
Sevdiği insandan ona kalan anıların hepsi şüpheli gölgelerle kaplanıyordu.
Hesap sorabileceği, "niye yaptın" diyebileceği kimse yoktu.
Herhalde, ölene kadar Elsa’nın neden bunu yaptığını merak etti.
Üstelik bu cevabı kolay bulunabilecek bir soru da değildi.
Aragon, büyük bir şair, iyi bir romancı, siyasi mücadelelere girmiş cesur bir adam, halkının taptığı bir kahramandı.
Elsa için yazdığı şiirler neredeyse bütün dünya tarafından ezbere biliniyordu.
"Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de
Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm
Orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm
Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde"
O "derin gözlerin" sahibi onu aldatmıştı.
Bir kadının isteyebileceği nerdeyse her şeye sahip olan kocasını bırakıp onunla kıyaslanamayacak bir defter dolusu erkekle birlikte olmuştu.
Bir kadın bunu niye yapar?
Kocasıyla birlikte efsaneleşmiş bir aşkın sembolü olarak görülen, adı kocası tarafından aşkla özdeşleştirilmiş, dünyanın en bilinen şiirlerine kendi ismi verilmiş bir kadın niye yapar bunu?
Sadece kocasını, sadece bütün dünyaya "Elsa’nın gözleri" şiirini ezberletmiş bir şairi değil, onların isimlerini kendi aşklarına katmış milyonlarca insanı da aldatmıştı.
Sanırım, bunun cevabı, Elsa Triolet’nin büyük bir açık yüreklilikle tutulmuş günlüklerindeki bir satırda gizli.
"Herkes beni sevsin, bütün erkekler bana hayran olsun istiyorum."
Dünyanın belki de en korkunç hastalığına tutulmuş, daha doğrusu bu hastalıkla doğmuştu, "herkes tarafından sevilme ve beğenilme" hastalığı onu daha doğarken yakalamıştı.
Öylesine büyük ve imkansız bir şey istiyordu ki bu isteğinin tatmin edilmesi, onun bu tatminle huzura ermesi imkansızdı.
Bu hastalığa tutulmuş herkes gibi neredeyse tüm hayatını huzursuzlukla ve mutsuzlukla geçirmek zorundaydı.
Böyle birine dünyanın en büyük aşkını, dünyanın en iyi şairlerinden birini, yeteneği, başarıyı, kendisine ve kocasına hayranlık duyan bir kalabalığı verseniz de onun elde ettikleriyle yetinmesi mümkün değildi.
Tanrının niye bazı insanlara bu acı dolu hastalığı verdiğini bilmiyorum.
Gerçi yeryüzündeki herkeste bir "sevilme" isteği, beğenilme arzusu vardır ama bütün hayatının yönetimini bu tutkunun emrine vermek çok daha başka bir şeydir.
Neredeyse bütün erkekleri ya da kadınları tek bir insan gibi görüp onların hepsini tek bir insanı kendine aşık eder gibi kendine aşık etmeye çalışmak, aralarından biri bile kendisine yeterli ilgiyi göstermeyince herkes kendini terk etmiş gibi hissetmek, sürekli acı çektirir insana.
Böyle biri kaçınılmaz olarak kendini sevenlerle değil sevmeyenlerle, beğenenlerle değil beğenmeyenlerle ilgilenecektir.
Hep acı ve kırgınlık olacaktır hayatında.
Bir insan niye bu kadar çok sevilmek ister?
Niye diğer insanları hayatının merkezine yerleştirir?
Onların söyledikleri her söz içinde yankılanır, onların bakışlarından, seslerinden anlamlar çıkarmaya çalışır?
Bu kadar çok insanı ruhuna sığdırmaya uğraştığına göre büyük bir boşluk olmalı ruhunda, doldurulması zor bir boşluk.
Nedir o?
Ne yaratır o boşluğu?
"Kainat paramparça oldu bir akşam üzeri
Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın
Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa’nın
Gözleri Elsa’nın gözleri Elsa’nın gözleri."
Bu mısraların bile dolduramayacağı o boşluk nasıl yerleşir bir insanın içine?
Şiire biraz meraklı her aşık sizin adınızı sevdiğine söylerken siz kendinizi nasıl bu kadar yalnız hissedebilirsiniz?
Bu mısraları sizin için yazan adam sizi severken, siz kendinizi nasıl sevilmemiş biri olarak görebilirsiniz?
Sizi böylesine aç bırakan eksiklik nedir?
Bütün dünyayla doldurmaya çalıştığınız o boşluğu yaratan sanırım aslında bir kişinin sevgisinin ve beğenisinin eksikliği.
Kendisinin.
Bazı insanlar bilmediğim bir nedenden dolayı kendilerini istedikleri gibi güvenle sevip beğenmeyecek bir ruhla doğuyorlar.
Ve, kendilerini beğenmedikleri için kendilerine kızıyorlar.
Garip bir ikilik bu.
Sevilmek isteyen de, sevmeyen de, sevilmediği için kızan da, sevmediği için kızılan da aynı insan, hepsi aynı ruhun içinde kendilerine bir yer buluyorlar.
Bu karmaşa onları yoruyor, hırpalıyor, yalnızlaştırıyor ve diğer insanlara düşman ediyor.
Bir yandan insanların sevgisini ve beğenisini kazanmak için çırpınırlarken bir yandan da o insanlara kızıyor ve kendilerini beğenenleri onların beğenmediği birini beğendikleri için, kendilerini değil de başkalarını beğenenleri de "yanlış insanları" beğendikleri için küçümsüyorlar.
"Karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar
Göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince
Camın kırılan yerindeki maviliğini de
Yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar"
Bu mısraları onlar için yazan biri bile kurtulamıyor bu öfkeden ve küçümsemeden.
Ama asıl onları tehlikeli yapan, bütün dünya tarafından sevilmedikleri için kendilerini "haksızlığa uğramış" hissetmeleri.
Haksızlığa uğramış biri, bu "haksızlığı" dengelemek için her şeyi yapma hakkına sahiptir onlara göre.
Ve her şeyi yaparlar gerçekten de...
Sevgililerinin bütün arkadaşlarıyla yatıp onların adını bir deftere, "bulunacak" bir deftere yazabilirler.
"Sevilme hastalığına" yakalanmış birinin bencilliğinin sınırı yoktur.
Huzursuz, huysuz, öfkeli ve bencildirler.
Tanrının şakaları bitmez.
Bütün bu olumsuz özelliklerinden dolayı da çekicidirler.
İnsanlar, bu "sevilme hastalarını" tanıyamaz, anlayamaz, onların kendi kendileriyle olan olağanüstü didişmeleri, kavgaları, durduk yerde yarattıkları huzursuzlukları, sürekli, neredeyse an be an değişen duyguları, "sevilmek isteyen"den "sevmeyen"e süratli geçişleri, ruhlarındaki değişik insanları birbiri ardına ortaya çıkarmaları öylesine kuvvetli bir ruhsal girdap yaratır ki buna yakından bakmaya kalkan birinin bir karanlığa yuvarlanması kaçınılmazdır.
"Sana büyük bir sır söyleyeceğim. Zaman sensin
Zaman kadındır. İster ki
Hep okşansın diz çökülsün hep
....
Zaman sensin uyuyan sen şafakta ben uykusuz seni beklerken
Sensin gırtlağıma dalan bir bıçak gibi
...
Daha beter seni kaçak
Seni yabancı bilmekten
Aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan"
O karanlığa yuvarlanmış bir şairin, o karanlığı yaratan bir kadına yazdığı mısralar bunlar.
Aragon, bir "kaçaklık", bir "yabancılık" olduğunu hissediyordu herhalde ama bunun sınırlarını tam da kestiremiyordu ta ki o defteri bulana, karısının bilmediği bir hayatı olduğunu keşfedene kadar...
Ama gene de "sensin gırtlağıma dalan bir bıçak gibi" diyordu.
O bıçak, asıl Elsa’nın ölümünden sonra o defterle daldı Aragon’un gırtlağına.
Hiçbir soru soramadı.
"Niye" diyemedi, "Niye yaptın Elsa?"
Dünya edebiyatının en büyük aşklarından biri, dünyanın en büyük acılarından biriyle bitti.
"Sana büyük bir sır söyleyeceğim. Korkuyorum senden
Korkuyorum yanın sıra gidenden. Pencerelere doğru akşamüzeri
El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan korkuyorum senden
Sana büyük bir sır söyleyeceğim. Kapat kapıları
Ölmek daha kolaydır sevmekten
Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam
Sevgilim"
Aragon, "ölmenin sevmekten daha kolay" olduğunu Elsa’nın ölümünden, sırrının aydınlanmasından sonra daha iyi anladı.
Ve hiçbir zaman soramadı.
"Niye Elsa, niye yaptın bunu?"

Ahmet Altan
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
arda





Ahmet Altan Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Altan   Ahmet Altan Icon_minitimeC.tesi Mart 21, 2009 10:28 pm

Yalnız Bir Kadın - Ahmet Altan

Yeryuzundeki bircok cumle icinde benim canimi en yakanlarindan biri, bir kadindan duyacagim su kisa cumledir.
- Erkekler benden korkuyor.
Bunu duydugumda, "yalniz bir kadinla" karsi karsiya oldugumu anlarim.
Mutsuz oldugunu da...
Son zamanlarda, begendigi erkeklerden istedigi cevaplari alamadigini da...
Aksam cokerken, karli daglarin arasindan ilerleyen adam issiz bir yamaca dayanmis bir ev gorur.
Eve yaklastiginda kapi acilir ve elinde tufegiyle, dusman bakisli genc bir kadin belirir.
- Hemen git buradan, der, yoksa ates ederim.
Adam yorgundur, actir, uykusuzdur, yaralidir.
Sadece o geceyi gecirecek bir yer aradigini, kotu bir niyeti olmadigini anlatmaya calisir ama kadin hep ayni cumleyi tekrarlamaktadir.
- Hemen git buradan, yoksa ates ederim.
Kadinin kararli oldugunu goren adam caresizce arkasini donup yurumeye baslar. Kadin, ya adamin yikilmak uzere oldugunu anlatan bitkin yuruyusune acidigindan ya da adamin gercekten siginmaktan baska bir niyeti olmadigini sezdiginden arkasindan seslenerek cagirir.
- Gel.
Adami eve alir. icerde bir de bebek vardir.
Yemek isitip adama verir. Sonra ona, alet edevatin durdugu soguk bir odada yer gosterir.
Adam o kadar yorgundur ki, bir yatagin olmamasina aldirmaz, yere bir battaniye serip yatar.
Biraz sonra kapisi acilir ve geceligiyle kadin gozukur.
- istersen, der, icerde yatabilirsin.
Adam esyalarini toplayip iceri girer, kadinin yatak odasinda ne yapacagini bilemeden ayakta durur.
Kadin, adama bakar,
- Yanima yatip, baska bir sey yapmadan bana sarilir misin?
Adam kadinin yanina yatar, kadina sarilir. O halde birlikte uyurlar
Amerikan ic Savasi'nda yasanan dramlari anlatan filmdeki bircok aci icinde galiba beni en cok etkileyen, kocasi savasa gittikten sonra o dag basinda yapayalniz yasayan kadinin o cumlesi oldu.- Yanima yatip, baska bir sey yapmadan bana sarilir misin?
Acaba kac kadin, sadece bir sarilisi ozledigi icin aslinda pek de istemedigi sevismelere razi olmustur?
Acaba kac kere, sarilistan sevismeye, sefkatten siddete cok genis bir yelpazeye yayilmis olan tensel arzularinin cesitliligini, sadece bir tek tensel arzu bilen erkeklere anlatamadiklari icin, erkeklerin sevisme isteklerine evet deyip, o sevisme icinden kendi ihtiyaclarini almislardir?
Hem ruhlari hem tenleri, duygularin ve dokunuslarin binbir cesidine acik ve duyarli olan kadinlar hayatin icinde tek baslarina kaldiklarinda, hissettikleri yalnizlik bir erkeginkinden cok daha yogun ve derin olur.
Erkeklerin duygu ve ten dunyasi genis bir cimenlik gibi dumduz uzanirken onlarinki, icinde ciceklerin, agaclarin, sarmasiklarin, cesitli otlarin, bitkilerin buyudugu karmasik bir bahce gibi yayilir, bu bahceye bir el degmediginde yabanilesip vahsilesir, bircok duygu yeterince sulanmadiginda solgunlasir, sarmasiklar zehirli bir telasla etrafa yayilir.
iclerinde gezdirdikleri o issiz bahcelerden yukselen yabanyemisi kokularinin keskinligini, seslerinin hafifce soldugunu, neseli guluslerin altinda bir huznun ve asla itiraf edilmek istenmeyen bir urkekligin fisiltisinin titrestigini hissedersiniz.
Calinmayan bir piyano gibi dururlar hayatin icinde, tuslarinin tozlanacagindan, bir daha hicbir zaman o eski parlak tinilarinin duyulmayacagindan endise ederler.
Geceleyin, gun boyu hangi kimlikle dolasiyorlarsa o kimlikten soyunup yalniz bir kadin olduklarinda, yataklarina yorgunca otururlar.
Yatagin kenarinda, yorganin altina girmeden once bir an hayatlarini dusunurler.
Bir yerde bir hata yapmis olduklarina dair isimsiz ve nedensiz bir pismanlik belirir iclerinde.
Butun o ruhsal ve tensel istekleri onlara birer dusman gibi gozukur.
O istekleri zaman zaman inkar etmek isterler ama hicbir zaman basarili olamazlar.
Ve bazen, yalnizliktan urkup, asla yapmayacaklarina inandiklari yanlislari yaparlar.
Yeryuzundeki bircok cumle icinde benim canimi en yakanlarindan biri, bir kadindan duyacagim su kisa cumledir.
- Erkekler benden korkuyor.
Bunu duydugumda, "yalniz bir kadinla" karsi karsiya oldugumu anlarim.
Mutsuz oldugunu da...
Son zamanlarda, begendigi erkeklerden istedigi cevaplari alamadigini da...
Anlarim ki, telasli ve bu telas yuzunden kendini uzecek hatalar yapiyor.
istediginde ona "sadece" sarilacak, istediginde baskalarina hicbir zaman gosteremeyecegi arzularinin "karanlik" yanlarini onu hic yargilamadan, ayni zevki alarak paylasacak, istediginde ona siddetle istediginde sefkatle dokunacak; onun kuskularla cirpinan ruhunu bazen bakislariyla, bazen usul sesiyle yatistiracak, duygularinin ve teninin kat kat yukselen teraslarinda onunla dolasacak birini arayip da bulamadiginda...
iste o zaman, telasli ve tedirgin ruhu, biraz hosuna giden bir erkegi butun isteklerini anlayip paylasacak biri olarak gorecek, o erkegin gercek yuzunu duygular dunyasinin buyulu canaginda kendi istedigi yuze cevirecektir.
Ve, hemen ona dogru kosacaktir.
Erkek ise, onun kendisini nasil gordugunu hic anlamayacaktir.
Onun kendisinden ne istedigini de...
Kendisine yaklasmak, yakinlasmak isteyen kadina, zihninin tek penceresinden bakacak, onun sefkat dolu bir sarilistan dostca bir sohbete kadar yayilan genis arzularini tek bir arzunun, tensel bir ihtirasin isareti olarak gorecektir.
Karsilikli acikli bir yanilgi yasayacaklardir.
Tuhaf bir carpilmayla, hayatta belki de en cok sevdigi sey olan kadin vucudunu binlerce yillik aliskanliklarla zihninin ele gecmez derinliklerinde "gunahkarlik ve ayip"la bir tutan erkek, kendisini begenen kadinin isteklerini kucumseyecektir.
Kendisine butun arzulari ve sicakligiyla gelen kadini yalnizca vucudundan tutacak, onun ruhuna ve duygularina hic aldirmayacak, kendi erkekliginin cekiciligine hayran kalirken kendisini begenen kadinin zekasini da, ayricalikli ozelliklerini de pek fark etmeyecektir.
Her zaman olmasa da genellikle telasli "yalniz kadinlarla" erkekler arasindaki oyun boyle oynanacaktir.
Kadin, ilk sevismeden sonra telefon neden calinmiyor diye kuruntular icinde kendi kendini yerken, erkek iyice doymus egosuyla mutlu bir gergedan yavrusu gibi bir agacin dibinde uykuya cekilecektir.
Kadin begenilmedigini sanacak, kadinliginin, cekiciliginin, zekasinin yetersiz oldugu kaygisina kapilacaktir.
Agacin altinda mutlu uykusuna yatmis gergedan yavrusunun basina gidecek, "Sen beni tam anlayamadin, ben aslinda cok zeki, cekici bir kadinim" diye anlatmaya baslayacaktir.
Erkek bunu da anlamayacaktir.
O, kadinin gene ayni istekle geldigini dusunecektir.
Bir keman virtuozuyle bir sagirin iliskisine donusecektir iliskileri, kadin kemaninin butun seslerini duyurmak icin ugrasacak ama bu sesler erkegin icine ulasmayacaktir.
Kadinin telasi bundan sonra daha da artacaktir.
Bircok guzel, basarili, unlu kadinin hic beklenilmeyen skandallarin, kendisini utandiracak olaylarin parcasi olmasinda, sanirim, onun "kotu bir kadin" olmasindan cok "yalniz bir kadin" olmasinin payi vardir.
Belki de sadece, "Yanima uzanip, baska bir sey yapmadan bana sarilir misin" demek istemis, cok ozledigi bir sarilis karsiliginda beklenmedik maceralarin parcasi haline gelmistir.
Yalniz kadin olmak zordur.
Ruhundan, teninden, vucudundan yayilan bir istekler senfonisinin hic duyulmamasi, butun bu seslerin bir dinleyicisi olmamasi, onu bombos bir salonda konser veren buyuk bir orkestra gibi kederlendirir.
Ustelik erkekler, onun incelikli arzularinin, ozlemlerinin farkinda bile degildirler.
Onun bir baska insanin belki de sadece sicakligini hissedebilmek icin attigi adimlara kucumseyerek bakarlar.
O kadinlarin bircogu, boyle bir kucumsenmenin hedefi olmamak icin hayatin icinde ya oldugundan cok soguk, ya oldugundan cok daha saldirgan ve alayci yasamak zorunda kalir.
Yalnizlik, gittikce derine isleyen bir pas gibi kimliklerini kemirir, onlari baskalastirir.
Onlarin butun varliklarindan yukselen senfonilerini duymaz kimse.
Seslerine kulak verenler de genellikle o seslerin arasindan sadece bir tanesini duyarlar.
Bu, korkutur onlari.
"Yalniz bir kadin" olmak, yalnizligin kendisinden bile daha urkutucu hale gelir.
Halbuki, bircok guclu istegin icinde belki de en cok istedikleri, soylemeyi en cok arzuladiklari, o basit cumlede gizlidir.

- Yanima yatip, baska hicbir sey yapmadan bana sarilir misin?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
arda





Ahmet Altan Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Altan   Ahmet Altan Icon_minitimeC.tesi Mart 21, 2009 10:29 pm

Kimi Sevsem Sensin

kimi sevsem sensin / hayret
sevgin hepsini nasıl değiştiriyor
gözleri maviyken yaprak yeşili
senin sesinle konuşuyor elbet
yarım bakışları o kadar tehlikeli
senin sigaranı senin gibi içiyor
kimi sevsem sensin / hayret
senden nedense vazgeçilmiyor

her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet
sarışın başladığım esmer bitiyor
anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
dudakları keskin kırmızı jilet
bir belaya çattık / nasıl bitirmeli
gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
kimi sevsem sensin / hayret
kapıların kapalı girilemiyor

kimi sevsem sensin / senden ibaret
hepsini senin adınla çağırıyorum
arkamdan şımarık gülüşüyorlar
getirdikleri yağmur / sende unuttuğum
hani o sımsıcak iri çekirdekli
senin gibi vahşi öpüşüyorlar
kimi sevsem sensin / hayret
in misin cin misin anlamıyorum

Ahmet Altan
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
arda





Ahmet Altan Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Altan   Ahmet Altan Icon_minitimeC.tesi Mart 21, 2009 10:29 pm

Sen Benim Hiçbir Şeyimsin

Sen benim hiçbir şeyimsin
Yazdıklarımdan çok daha az
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Luzumundan fazla beyaz
Sen benim hicbir seyimsin
Varlığın yokluğun anlaşılmaz

Galiba eski liman üzerindesin
Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
Dudaklarınla cama çizdiğin
En fazla sonbahar otellerinde
Üniversiteli bir kız uykusu bulmak
Yalnızlığı öldüresiye çirkin
Sabaha karşı öldüresiye korkak
Kulaği çabucak telefon zillerinde

Sen benim hiçbir şeyimsin
Hiçbir sevişmek yasamışlığım
Henüz boş bir roman sahifesinde
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Ne çok çığlıkların silemediği
Zaten yok bir tren penceresinde

Sen benim hiçbir şeyimsin
Yabancı bir şarkı gibi yarım
Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Uykumun arasında çağırdığım
Çocukluk sesinle ağlayarak
Sen benim hiçbir şeyimsin

Ahmet Altan
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
arda





Ahmet Altan Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Altan   Ahmet Altan Icon_minitimeC.tesi Mart 21, 2009 10:29 pm

Sevdiğiniz Kaybolduğunda..

Zamana bağlı olmayan ani kayboluşlar vardır.
Daha bir gün önce kapıları açık olan katedralin kapıları birsabah ortadan kayboluyor,sevdiğin sonsuza dek kapısız bir katedralde hapis kalıyordu.
Öyle bir şey yapıyor,öyle bir şey söylüyor,öyle bir bakıyordu ki bu senin sevdiğin insanı son görüşün son duyuşun oluyordu.
O davranıştan ya da sözden sonra kendi içinde kayboluyordu.
İşte o zaman çaresizliği daha iyi öğreniyordun.
Yaptığını yapmamış,söylediğini söylememiş olması için yalvarıyordun kadere,sabahları sevdiğinin kaybolduğu günün bir gün öncesinde uyanmayı diliyordun.
Bir söz ya da davranış katedralin kapılarını sonsuza dek yok ediyordu.
Belki yeniden kapılar açılır diye bekliyordun.
O zaman bir şey daha öğreniyordun,katedralin kapılarını bir anda kapatacak sözler ve davranışlar vardı ama onları aynı süratle açabilecek bir söz ve davranış yoktu.
Bir katedralin içine girip kapıları kapamak kolaydı,bunu herkes yapabiliyordu,herkese en azından bir kere bunu yapabilme şansı veriliyordu ama kapanan kapıları açmaya kimsenin gücü yetmiyordu.
Sevdiğin önünde duruyorduve ona ulaşamıyordun.
Bazen o da kaybolduğu yerden çıkmak istiyor,yeniden eski günlere dönmeyi arzuluyordu ama kapılar dışarda kalan kadar içeri giren için de açılması imkansız hale geliyordu.
Böyle zamanlarda bir vakit birlikte yakınıyor,birbirinizi suçluyor,söylenen sözlere,yapılan davranışlara haklılık kazandıracak nedenler arıyordunuz.
Ve korkunç gerçek,sislerin arasından beliriyordu.
Ruhunuzun kilitlenip mühürlendiğini fark ediyordunuz.
Bu laneti çözmek için adaklar adıyordunuz.
Karşımda duran sevdiğime eski günlerde olduğu gibi dokunabileyim,sevdiğim kendi içinden çıkabilsin diye yalvarıyor,hayaller kuruyordunuz.
Ülkesinden çok uzakta kazaya uğramış bir kazazedenin,düştüğü ıssız adanın sahiline devrilmiş geminin enkazına baktığı gibi bakıyordunuz sevdiğinize.
Sizi sevdiğinize ulaştıracak gemi oydu ama artık bir enkaz halindeydi.
Ve bir yere gitmiyordu.
Başka bir gemi de yoktu.
Zaten siz bir başka gemiye de binmek istemiyordunuz.
Orada,o ıssız sahilde durup acıyla beklerken son gerçeği de öğreniyordunuz.
Sizi ya buradan bir başka geminin alıp götürmesini bekleyecek ya da o enkazı yeniden tamir edip yüzdürmek için uğraşacaktınız.
Ruhunuzun mühürlerini çözmek,sevdiğinizi sevdiğinizin içinden çıkarmak için uzun ve meşakkatli bir çabaya girişecektiniz.
Hasar ne kadar çoksa,tamir o kadar uzun sürecekti.
Ve,efsaneler diyordu ki,böyle mucizeler varmış,bazı gemiler yüzer,bazı mühürlü ruhlar açılır,bazı sevilenler kendi içinden çıkarmış.
Issız bir sahilde,sevdiğinizin yanında sevdiğinizi özleyerek ,yapayalnız,o mucizeyi bekliyordunuz.
YETERİNCE SABIRLA VE İNANÇLA BEKLERSEM OLUR DİYEREK.

Ahmet Altan..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
arda





Ahmet Altan Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Altan   Ahmet Altan Icon_minitimeC.tesi Mart 21, 2009 10:30 pm

Papatya Tarlası

Bir papatya tarlası düşün... İlkbahar ayı... Ve sen, onun yanından geçen yolda yürüyorsun... Ve o papatya tarlasında bir papatya dikkatini çeker... Binlercesinden birisidir ama sen, onun yanına gidersin... Onda seni çeken bir şeyler vardır... O papatyayı olduğu yerden koparırsın... Sadece senin olsun istersin, sadece senin... Öleceğini düşünmeden... Ve gidersin o tarladan... İçindeki şiddetin durduramadığı bir bencillik; ama bir o kadar güzel ve hapsedici. İşte bu TUTKU...

Yine o tarlanın kenarındaki yolda yürüyorsundur... Yine milyonlarcası arasında bir tanesi seni çeker... Yaklaşırsın, yanına gidersin o papatyanın... Gözlerin başkasını görmez olur o an... Onun için her şeyi yapmak istersin... Dokunmak istersin... Dokunamazsın, orada, onunla ölmek istersin. Ama birden hafif bir rüzgar eser ve bir başka güzel çiçek kokusu gelir burnuna... Dayanamazsın onun kokusuna... Unutturur her şeyi bir anda ve o kokunun geldiği yöne gidersin... O papatya orada kalmıştır, yüreğinin bir kenarında... Paylaşılmamıştır bir çok şey... Unutulmaz belki ama geri de dönülmez ona... İşte bu AŞK...

Yine o yoldasın... Papatya tarlasının yanından geçen... Ve yine bir papatya... Milyonlarcasının içinde seni çeker... Gidersin yanına... Orda kalakalırsın... O hiç ölmesin diye her şeyi yaparsın.. Tüm gücünle onunla olmak istersin... Oradan seni koparacak hiç bir güç olmadığına inanırsın.. Ve orda onunla ölene kadar birlikte kalırsın... İşte bu da SEVGİ...

AHMET ALTAN
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
arda





Ahmet Altan Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Altan   Ahmet Altan Icon_minitimeC.tesi Mart 21, 2009 10:30 pm

Bir Kadın, Bir Erkek ve Vicdanımız...

Ben, bir erkeğin kendisine emanet edilen kadın mahremiyetini hayatı pahasına koruması gerektiğine inanan kuşaktanım.

Bizim kuşak, cinayetten yargılanırken geceyi birlikte geçirdiği kadının adını vermemek için cinayet saatinde nerede olduğunu açıklamayan ve idama razı olan erkeklerin hikâyelerini anlatan kitaplarla, filmlerle büyüdü.

Kadının mahremiyeti bizim için kutsaldır.

O mahremiyete ihanet eden bir erkekten daha aşağılık biri olamaz bizim kuşağın gözünde.

Bu ölçünün, bir toplumu sağlam tutan değerlerden biri olduğuna da inanırım.

Bir toplumda her şey olabilir, savaşlar, ayaklanmalar, kıyımlar yaşanabilir, bunlar atlatılır, tarih yaraları sarar, hayat kendi dengesini yeniden bulur ama erkekleri kadın mahremiyetine ihanet etmeye başlayan bir toplum bence ciddi bir çürüme işareti veriyor demektir. Kolay kolay iyileşmez.

Son yıllarda birlikte oldukları kadınların resimlerini ya da filmlerini çekip bunları yayan erkekler çoğalmaya başladı.

"Bir iki aşağılık adam" deyip geçebilirsiniz.

Ama bence öyle kolayından üstünden atlanıp geçilecek bir olay değil bu.

Temel soru şudur:

Bu adamlar, böylesine rezilce bir iş yaparken nasıl oluyor da toplumun tepkisinden çekinmiyorlar?

Aforoz edilmekten, ayıplanmaktan, isimlerini lekelemekten, ailelerini utandırmaktan korkmuyorlar?

Toplumun pek de sert bir tepki göstermeyeceğine güveniyorlar herhalde.

Bunda da haklılar.

Daha önce seviştikleri kadınların resimlerini, filmlerini yayınlayanlar ne oldu?

"Bu adamlar ahlaksızdır" damgası toplumun vicdanında bu insanların alnına vuruldu mu?

Sadece o adamların değil, o adamlara selam verenlerin bile bu ahlaksızlığı paylaştığı inancı kabul gördü mü?

Yoksa toplum, mahremiyeti ihanete uğramış kadınların resimlerini görebilmek için mi hareketlendi?

Mahremiyet hainini ortak hayatımızın dışına mı attık?

Yoksa suçuna ortak mı olduk?

Böyle insanları reddedecek bir reflekse sahip olmayan toplumların vicdanlarında bir zayıflık, ahlaklarında bir çürümüşlük başlamış demektir.

Ve, bence bir toplum için en tehlikeli şey böyle bir çürümedir.

Bir toplumu toplum yapan onun bayrağı, sınırı, toprağı değildir bence, onu toplum yapan ortak ve tartışılmaz vicdani ölçüleridir.

Bu ölçüler hukuk ve devlet tarafından korunmaz, bu ölçüleri koruyanlar o toplumun edebiyatı, yazısı, hikâyesi, efsanesi, masalıdır.

Yazılı olmayan yasalarıdır.

Ne oldu bizim efsanelerimize, hikâyelerimize, masallarımıza, yazılı olmayan yasalarımıza?

Neden kadınların mahremiyetine ihanet edenler bu kadar rahat davranabiliyorlar?

Niye iğrenti dolu bakışlarla karşılaşacaklarından çekinmiyorlar?

Bir değil, iki değil, üç değil...

Bu tuhaf erkeklerin sayısı artıyor.

Tam neresinden olduğunu bilmiyorum ama toplum bir yerinden çürüyor.

Çocuklarımıza yanlış masallar anlatıyoruz belki.

Belki ortak ölçülerimizi, vicdani değerlerimiziyeterince iyi öğretmiyoruz.

Belki de gizli bir çürüme, yaralarla kendini gösteren bir tür kanser gibi kendini bu adamların varlığıyla gösteriyor.

Bir kadının mahremiyetine ihanet eden her şeye ihanet edeceğine inanırım ben.

Böyle adamları arasında barındıran toplumların da çürüdüğünü düşünürüm.

Bu adamların varlığı beni korkutuyor.

Ortak vicdanımızı ve ölçülerimizi kayıp mı ettik diye endişeleniyorum.

Vicdanını ve ölçülerini kaybeden bir toplum her şeyini kaybeder çünkü.


AHMET ALTAN
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
arda





Ahmet Altan Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Altan   Ahmet Altan Icon_minitimeC.tesi Mart 21, 2009 10:31 pm

Hayatınız Seçtiğiniz Kadındır..

Bir erkeğin düşünsel yeteneği estetik birikimleri ne olursa olsun, hayatta durduğu kat, içine doğduğu kattır. Tanıdığı ilk kadının annesinin onu bıraktığı kat. Giyim zevkinin olmadığı bir bahçede doğduysanız, giyim zevkinin gelişmiş olduğu bir bahçeye sizi ancak bir kadın götürür. Sofralarının inceliklerle donatılmadığı bir katta doğduysanız, incelikli sofraların bulunduğu kata sizi götürecek olan da bir kadındır.

Birlikte olduğunuz kadın değiştiğinde, değişen yalnızca bir kadın değildir. Hayatın neredeyse bütünü değişir. Bir başka kata, bir başka bahçeye geçersiniz. Orada herşey farklıdır. Dinlediğiniz müzik, okuduğunuz kitap, yediğiniz yemek, gittiğiniz yerler, buluştuğunuz arkadaşlar hatta taktığınız kravat bile değişir.

Bir erkeği hayatın içinde kadınlar gezdirir, hayatın katları arasında kadınlar dolaştırır.

Zevkli bir kadına rastlarsanız zevkiniz,
bilgili bir kadına rastlarsanız bilginiz,
esprili bir kadına rastlarsanız espriniz,
zeki bir kadına rastlarsanız zekanız gelişir..
Yeni huysuzluklar, kaprisler, kavga nedenleri, acılar da öğrenirsiniz..

Hayat kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi kat kattır.. Babil'in asma bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir. Bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür. Ve bugün durduğunuz teras, seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat, yanınızdaki kadının terası, manzarası, hayatıdır.Hayatın hangi katında durduğunuzu yanınızdaki kadının durduğu kat belirler..

Hayatınız seçtiğiniz kadındır!
Bir kadın değil, bir hayat seçersiniz çünkü..


AHMET ALTAN
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
PRENSES

PRENSES



Ahmet Altan Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Altan   Ahmet Altan Icon_minitimeC.tesi Mart 21, 2009 11:24 pm

saol..
şiirleri çok güzelmiş...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Ahmet Altan
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Ahmet Erhan

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
maviş forum :: Edebiyat köşesi :: Şair ve Yazarlarımızın Yaşamları-
Buraya geçin: