maviş forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

maviş forum

maviyi seven forum maviş foruma hoşgeldiniz.
 
AnasayfaKapıGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Can Dündar

Aşağa gitmek 
Sayfaya git : 1, 2, 3  Sonraki
YazarMesaj
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 6:58 am

Can Dündar

hayatı ve eserleri

16 Haziran 1961 yılında Ankara’da doğdu.
1982 yılında A.Ü. S.B.F. Basın Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun oldu.
1979’den itibaren sırasıyla Yankı, Hürriyet, Nokta, Haftaya Bakış, Söz ve Tempo’da çalıştı.
1986’da İngiltere’de “London School of Journalism”i bitirdi.
ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde Siyaset Bilimi dalında yüksek lisansını 1988’de, aynı bölümünde doktorasını 1996 ‘da tamamladı.
Televizyona 1988’de TRT’de başladı. 1989’da “32.Gün”de çalışmaya başladı. Mehmet Ali Birand ve Bülent Çaplı ile birlikte 1991’de “Demirkırat”ı, 1994’de “12 Mart”ı yaptı.
1992’de “Cumhuriyet’in Kraliçeleri”ni, 1993’de “Sarı Zeybek”i hazırladı.
1993-94 yıllarında Birand’la birlikte “Çapraz Ateş”i yaptılar.
1994-95 yıllarında “Gölgedekiler” belgesel dizisini hazırladı.
1996-97’de hazırladığı 10 bölümlük “Aynalar” belgeseli Show Tv’de yayınlandı. Yine Show Tv’de 2 yıl süre ile “40 Dakika” haber programını hazırlayıp sundu.
1998’de “Yükselen Bir Deniz”i hazırladı.
1999’da “İsmet Paşa” belgeselini Bülent Çaplı ile birlikte hazırladı.
"Zaten Tiyatro Dediğin Nedir Ki?" isimli Devlet Tiyatroları belgeselini 1999’da hazırladı. Köy Enstitüleri için hazırladığı belgesel 2000 yılında ATV'de yayınlandı. 2000 yılında NTV'ye 10 bölümlük “4.Nesil” ve “İş Bankası” belgesellerini , 2001’de CNN Türk’e “Halef” belgeselini hazırladı.
2002 Ocak ayında hazırladığı Nazım Hikmet belgeseli CNN Türk kanalında yayınlandı.
2002’de 3 bölümlük Fenerbahçe’nin tarihinin anlatıldığı “Bahçedeki Fener” belgeselini hazırladı.
2003 yılında “Bir Yaşam İksiri”belgeselini ve “O Gün” belgesel dizisini , 2004’te “Yüzyılın Aşkları” ve “Karaoğlan”ı hazırladı.
2005 yılında "Yetiştik Çünkü Biz!.." Mülkiye Belgeseli'ni hazırladı.
2006 Şubat'ında Adnan Menderes-Ayhan Aydan aşkını anlatan "Tatarım" belgeselini yaptı.
Köşe yazarlığı 1994'te Aktüel'de başladı. Aynı yıl günlük köşe yazıları yazmaya başladığı Yeni Yüzyıl gazetesinde 5 yıl çalıştı. 1999 Ocak'ından 2000 Aralık sonuna kadar Sabah gazetesinde köşe yazarlığı yaptı.
2001 Ocak ayından beri Milliyet Gazatesinde köşe yazılarına devam etmekte.
1994-2005 yılları arasında Aktüel dergisinde köşe yazıları yazdı.
Basılı Kitapları; “Demirkırat” , “12 Mart”, “Sarı Zeybek”, “Gölgedekiler”, “Hayata ve Siyasete Dair”, “Yağmurdan Sonra”, “Ergenekon” , “Yarim Haziran”, “Benim Gençliğim”, “Köy Enstitüleri”, “Yaveri ******’ü Anlatıyor”, “Nereye?”, “Uzaklar”, “Yükselen Bir Deniz”, “Savaşta Ne Yaptın Baba?”, “Büyülü Fener”, “Bir Yaşam İksiri”, “****** Aramızda”, “Sedat Alp: İlk Türk Hititoloğun Yaşam Öyküsü”, "Kırmızı Bisiklet", “Yıldızlar”, “Duvar”, “Nazım”, “İlk Durak-İETT”, "Özel Arşivinden Belgeler ve Anılarıyla Vehbi Koç", "Yüzyılın Aşkları", "Karaoğlan" .
Can Dündar evli ve bir çocuk babası.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 6:59 am

Dolunaya İnat

Katran karası bir geceyi haziran bulutlarının arasından yırtarak, avuçlarında kıpır kıpır yıl­dızlarla odamın penceresini tıklattı dolunay...

"Sana Samanyolu getirdim" dedi ve bütün gökkubbeyi yeryüzüne indirmiş gibi mağrur, gülümsedi koltuğumun başucunda...

Ayla yıkanmanın keyfini sürdüm bir müddet...

Sonra penceremi açıp onu içeri aldım.

Efsunlu ışıklar saçarak, eteğindeki aydınlığı kitabı­ma, rakı kadehime, can eriklerime doladı.

Gecikmiş bir bahar, çekirge sesleri ve iğde kokularıyla içeri daldı hemen peşisıra... telâşla...

Şiirler doldu odama, mısra mısra...

Feneralayları geçti aklımdan; uzak denizler ve göç yolları geçti...

Dolanıp dolunayın kanadına, uçmak istedim...



* * *



Lâkin bırakmadı hayat...

Duyduk ki, güvercinleri kurşuna dizmişler arka bahçede...

Gülleri kesip, dikenleri büyütmüşler korku be­lâsına...

Toprağın bire bin verdiği ülkede mayın döşemişler sevdaya giden yollara...

Aşklar uzak, sevişmeler tuzakmış.

Dişlerinde kalleş ışıkların pa­rıldadığı kurtlar, çeteler halinde boğazlayacak kurban arar olmuş­lar dolunay geceleri...

Pas ve küf kokuyormuş eski­den nergislerin açtığı sokaklar...

Öylesine büyükmüş ki sis perdesi, ne yakamoz görüyor­muş gözler, ne çoban yıldızı...

Güneş ülkesi, çocuklarını gömüyormuş lanetli karanlığın koynuna... ve öfke büyüyormuş sevda toprağının ana rahmin­de...

Doğa ne kadar cömertse, ha­yat o kadar bencilmiş evlâtlarına karşı... Bolluk içinde aç, varlık içinde yoksul, denizler ortasında susuz yaşar olmuşlar.

Ve ülke, aldırmadan doğanın gözkamaştıran büyüsüne, doludiz­gin koşuyormuş ölüme..

Prangalar... savaş tamtamları... ve ağıtlarla...

can dündar
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 6:59 am

Bahar gelme üstüme!..

Bahar, yalvarırım çek git işine!..
Salma üstüme çiçeklerini,
...aklımı çelme!..
Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde; sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.
Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek...
Kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem...
Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtü böcek...
Yapma bunu bana bahar,
Böyle üstüme gelme...!


* * *


Zaten damarlarıma zor zaptediyorum kanımı...
Çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime...
Kalbimin buzları erimiş.
Göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum nicedir...
Bir de sen çıldırtma beni...
Krizdeyim ben... tembelliğin sırası değil, uyamam sana...
Al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim ol.
Meltemlerine söyle, deli gibi ıslık çalıp sokağa çağırmasınlar beni...
Bulutların üşüşmesin başıma...
Girme kanıma benim...
...yoldan çıkarma...!


* * *


Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin,
afrodizyakların en etkilisi,
Sevdanın suç ortağısın.
Kıyma bana...!
Biliyorum çünkü, yine kandırıp yeşillendireceksin aşka; gövdemi azdırıp sonra birden çekip gideceksin.
Tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını, beni bir kuraklığın ortasında terk edeceksin...
O iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman...
Ne o delişmen sabahlar kalacak, ne günaha çağıran çapkın eteklerin
uçuştuğu günbatımları...
Tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan...
Buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgarlarında...
Yeşerttiğin çiçekler, yürekler solacak; damar damar çatlayacak ruhumuz...
Hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden... yüreğim viraneye...
Her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da...
Ebedi bahar, bir başka bahara kalacak.


* * *


İyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar...
İş açma başıma...
Git işine!
Yoldan çıkarma beni!...

Can Dündar
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 6:59 am

Ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir...

Beynimi uyuşturuyor özlemin...

Çok sık birlikte olmasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca yıl

içimi nasıl ısıttığını yeni yeni anlıyorum.

Yokluğun, hatırlandıkça yüreğime saplanan bir sızı olmaktan çıkıp

sürekli bir boşluğa dönüşüyor.

Sabahlara seni okşayarak başlamaları, akşamları her işi bir kenara koyup

seninle baş başa karşılamaları özlüyorum; oynaşmalarımızı,

yürüyüşlerimizi, sevimli haşarılığını, çocuksu küskünlüğünü...

Nasıl da serttin başkalarına karşı beni savunurken; ve ne yumuşak,

bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken...

Ya da kolyeni çözdüğümde kollarıma atlarken...

Hasta olduğunda, o korkunç kriz gecelerinde günler,

geceler boyu nöbet tuttuk başında... O şen kahkahalarına

yeniden kavuşabilmek için sessiz dualar ederek...

"Atlattı" müjdesini kutlarken yorgun bedenindeki yaraları okşayarak,

doktorun böldü sevincimizi: "Yaşayamaz artık bu evde...

Yüksek binalar ve beton duvarların gri kentinde" dedi,

"O gitmeli... Ve kendine yeni bir hayat çizmeli..."

Bilsen ne zor, gitmen gerektiğini bile bile "Kal" demek sana...

Ne zor, senin için ebedi mutluluğun beni unutmandan geçtiğini bilmek...

Gitmeni asla istemediğim halde, buna mecbur olduğumuzu görmek

ve sana bunları söyleyemeden "Git artık" demek...

"Beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın

mutluluğa" demek sana ne zor...

Sesimi, kokumu çekip alıvermek beyninden,

sesin, kokun hala beynimdeyken...

Seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda

bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...

Yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek...

Ve sonra kendi ellerimle bindirip seni yabancı bir arabanın

arka koltuğuna, birlikte güneşlendiğimiz onca yazı,

yan yana titreştiğimiz onca kışı, paylaştığımız bunca acıyı,

onca kahkahayı ve bütün o uzak yeşillikleri katıp yorgun bedeninin yanına,

arkadan pişmanlık gözyaşları dökmek ne zor...

Ne zor hiç tanımadan seni emanet ettiğim bir şoföre "Hızla

uzaklaş buradan ve gidebileceğin kadar uzağa git" demek...

Yokluğunu beklemek, ne zor...

Bunları düşündükçe, şu anda uzaklarda bir yerlerde

üşüdüğünü sezinleyerek panikliyorum. Bütün engelleri aşıp,

terk edilmiş caddeleri, kimsesiz sokakları, yalnız bulvarları arşınlayarak

sana ulaşmak, sessizce başını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri fısıldamak

ve yavaşça üzerini örtmek geliyor içimden...

Paylaştığımız bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğe

dönüşmesinden hicran duyuyorum.

Gizli gizli hüzünlendiğim akşamlardan birinde,

terk etmişlere özgü bir terk edilme korkusunu da

yüreğimin derinliklerinde duyarak sana koşmak,

yaptıklarım ve daha çok da yapamadıklarım için özür dilemek

ve "Dön bebeğim" demek istiyorum:

"Geri dön... Kulüben seni bekliyor..."

Can Dündar..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 6:59 am

Şiirsiz Yaşamak

Nihayet sonbahar yağmaya başladı ruhumuza, bir dua gibi pencerelerde yağmur, damarlarımızda küllenmiş tanıdık bir tutkuyu kıvılcımlandırıyor. Şiir

bahçedeki yaprak yağmuruyla uyanıyor yaz uykusundan. Yağmurlarla gelen mısralar, ansızın geceye sızıp can suyu veriyor kurak ruhlarımıza.

"Gözyaşlarının gücü vardı eskiden" diyor Adnan Özer, "...ırmak yüklü adamlardık, tuz katarlarının ardınca giden/gölgemizde damlaların bıraktığı izlerden/açılırdı hayal, tuzun suda bukağısı çözülürken"...

Şiir çekip alıyor bizi gömüldüğümüz seviyesiz bataklığın kucağından...

Dizelere yapışıp ayaklanıyoruz.

Meğer ne çok olmuş O'nu kovalı hayatımızdan...

Ne çok olmuş, uykuda bir sevgilinin alnına bir minik buse, sofranın kenarına bir küçük mum kondurmayışımız.

Abdülhak Hamid, kendisinden 40 küsur yaş küçük Lüsiyen'ine yazdığı mektuplara "Bahar-ı Ömrüm" diye başlıyordu:

"Bahar-ı ömrüm; aşk bir maniadır ki ya aşmak veya tahrip etmek lazım; yahut da huzurunda kalmak ve yok olmak..."

Biz, tahrip ettik o "mania"yı; huzurunda kalmanın bedelini göze alamadığımızdan...

O yüzdendir "ömrümün baharı" diye başlayan mektuplar almamamız nicedir...

Sevdiğine "Yüreğim" diyen o tılsımlı zerafeti yitirdiğimizden beridir, burkulmaz oldu yüreğimiz bunca nefretin karşısında...

Gözyaşlarımız gücünü kaybetti.

Şimdi şairler ağlıyor bizim yerimize, bizim halimize...

Yeni yetmeler şarkı sözü ezberliyor artık taşlama yerine küfür, seranad yerine taciz...

Felaket haberlerine alışırken şehir, "dilsiz bir kuytuda ölüyor şiir"...

"Şiir toplumdan kopmuyor, asıl toplum şiir*den kopuyor" demişti Tuğrul Tanyol, birkaç yıl önce, yaklaşan bir ihaneti haber verircesine...

Şiir, popüler kültür gibi lümpenleşmeyle uzlaşmamış, direnmiş ve belki de o yüzden okurunu yitirmişti.

Akın akın loto kuponu doldurmaya koşan bir kalabalığın ardından dizeler haykırmak, ancak bir şairin göze alabileceği bir soylu direniş, bir nafile çabaydı.

Duymadı toplum...

Ucuz pop şarkıları söyleyerek başıbozuk bir dere gibi akarken, önüne kattı sanattan yana ne varsa; bir tek şiir hariç...

Şiir, soylu bir çınar gibi direndi köklerini oyan bu sele... terkedilmiş bir sevdalı gibi yapayalnız ama mağrur durdu tarihin akışına inat...

Ve sonunda bir o kaldı soysuzlaşan ruhlarımızı avutacak...

Haydi bir şiir okuyun bugün...

Bunaldıysanız haberlerin aleladeliğinden, sıkıldıysanız şarkıcı dedikodularından, futbolcu fıkralarından, lotaryayla köşe dönme hesaplarından, bıktıysanız ekranların, sayfaların işportacı ağızlarından gelin, siz de şiire sığının...

...ve hatırlamaya çalışın bir zamanlar nasıl, "ırmak yüklü adamlardık, tuz katarlarının ardınca giden.../ Yağmur bir dua gibi geçerdi pencerelerden/ yetim insan, toprağın vicdanıyla doyardı/ gözyaşlarının gücü vardı eskiden."

Can Dündar
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 7:00 am

Gitme Ki, Üşümesin Baharlarım

Bu aşk unutulmayı hak etmeyecek kadar özel

Bir gün sana aşık olacağımı seni ilk gördüğümde anlamıştım o mağrur bakışların ardındaki seni görmek hiçte zor olamadı. Sevdim seni adam gibi....Yok oluşumuzun nedeni olarak beni görüyorsun biliyorum ben değilim güzel gözlüm yok oluşumuzun nedeni bizi tanıştıran bir birimize aşık eden kader. Hiç kimseye kızma emi hiç hata bulma.

Çünkü kızmak hele de sevdiğin için ayrı da olsa şükür etmeyi bil. Ben her zaman böyle yapıyorum bir çok insanın rastlayamayacağı isteyip de başaramayacağı kadar çok sevdik birbirimizi. Giderken söylemek istediklerim vardı. Tıpkı ellerini tutmak boynuna sarılmak istediğim gibi son sözlerimde yüreğimin derinlerinde kaldı gitti. Ama bana öyle bir şans verilseydi sana şunları söylemek isterdim: Sen benim gözümde aşkımı sevgimi hak edecek kadar yücesin. Bu kalp seni sevmeyi hak ediyor sen de bu kalpte olmayı. Hiç üzülme emi boncuk gözlüğüm küçüğün bu kalbi hep senin için taşıyacak. Gittiğin yerlerde mutlu ol.

Ben istedim gitmeni.

Umutlarını yok etme sakın. Bensizliğe alışacaksın bir gün. Ben
alışamadım ama yanında olmak adına başkalarını mutsuz etmek sevgimize yakışmaz değil mi ? Üzülmek nafile bu yürek bunu da kaldırır boncuğum....
Git demek çok zordu ama biliyorum gitmek daha da zordu.
Sevgimizin değerini bileceğiz. Onu hiç kaybetmeyeceğiz. İleride aşık da olacağız belki ama bu kadar uyum bu kadar mutluluk bu kadar şiddetli kavga edebileceğimiz gerçek bir eş ruh bulamayacağız güzel gözlüm.
Küçüğün büyümekte artık kimse bana küçüğüm demiyor.
Kimse senin gibi dokunmuyor. Kimse bana çikolata almıyor.
Unutmak mümkün değil güzel gözlüm seni. Sende unutma emi.
Bu aşk unutulmayı hak etmeyecek kadar özel.....

Can Dündar
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 7:00 am

EVLILIK VE ASK...


Can Dündar'ın bir yazısı geldi bugün netten, yeni/geç evlenmiş biri olarak not ettim. Tahammül sözcüğünü sevmesem de, hak verdim.

EVLILIK VE ASK...

Piril piril ütülü giysili, misler gibi parfüm kokulu, saçlari tarali, disleri firçalanmis adami / kadini sevmek kolaydir. Aslinda ask, ayni insani, sabahin körü uykudan uyandirdigindaki en sinirli hali ile de kabul edebilmek, ayni tuvaleti bir dakika arayla kullanabilmek, diz yapmis pijamalarla kanapede yastiklara sarilip sizmisken bile sevkatle oksayabilmektir. Buna katlanamayanlar zaten asik degillerdir.

Bu durumda evlilik hoslandigin insana karsi olan duygularini öldürüyor diyebiliriz. Zira asiksan, ayni havayi solumak bile zevk verir...Hep beraber olmak istersin. Banyodan gelen su sesi bile onun evde oldugunun isaretidir ve huzur verir. Ütüledigin gömlegin ona ne kadar çok yakisacagini düsünürsün. Pisirdigin yemegi ne çok sevecegini hayal edersin. Bin tane ayakkabisi varken binbirinciye sahip olmaktan mutlu olacak diye, istedigin gömlegi satin almaktan vazgeçersin. Zamanla almaktan çok, bir seyler vermekten mutluluk duydugunu kesfedersin.

Eger kadin evlilikte ikinize yemek pisirecek, dolabi düzenleyip ütüyü yapacak bir anne olacak görülüyorsa, o kadinin saçlarinin hiç yaglanmadigi ve adamin geceleri terlemedigi düsünülüyorsa, asla kavga edilmeyecek ve lavabo tamir edilirken dahi gülüsüp öpüsülecek zannediliyorsa zaten beklenti bir evlilik degil, bir Amerikan filmini yasamaktir...

Bu hayallerle yola çikildiginda, damat ilk gece gelinin saçlarindan onbin firkete sökmeye çalistiginda, gelin ise damat firketeleri cikaramayip; ".....böyle kuaförü" diye söylendiginde zaten evlilik sandiklari sey çatirdamaya baslayacaktir.

Evlilik; sadece ask degildir. Evlilik; ev arkadasligi, kankalik, sirdaslik, ortak hesaba sahip mudilik, ayri kökenlerin birlesmesi, basi hatirlanmayan bir akrabalik iliskisidir.

Ask bu iliskide tutkuyu saglar ama zaten tek basina ayakta tutamaz. Asiksaniz atesli sevismeler yasarsiniz ama aksamlari evde konyak içip geyik yapamayabilirsiniz... Hala caniniz sikildiginda onu degil de annenizi ariyorsaniz, yalan olmustur o evlilik.

Ask evlilikte gider gelir. haliya kola döktügünde ask biter, ama o, haliyi temizleyebilirse gene asik olunur. O aradaki sinir evresini asabilenler ellinci yila kadeh kaldiranlardir. Tahammül edemeyenler ise ikinci evlilikten sonra artik evliligin yalan olduguna inanacaklardir. Zafer, direnenlerin olur...

Can Dündar
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 7:00 am

Aç Gözlerini

En sevdiğin elbiseni giydim
Bu gece kokunu sürdüm
Solgun yüzünü okşadım
Sessizce saçlarından öptüm
Yazdığın mektupları okudum
Kana kana su içer gibi
Plaklarını çaldım ah!
En çok o şarkıda özledim seni.

Issızlık kapıyı çaldı, açmaya korktum
gece yarısı
Şehir uykuya daldı, baktım dışarıya
katran karası
Rüzgar telaşla kokunu getirdi bana
aldım koynuma
Buseni hafızamdan koparıp
iliştirdim dudaklarıma
Üşüdüm karanlıkta
Tenine dokundum hissetsin diye
Aç gözlerini

Erguvanlarına su verdim
İçerken benimle konuştular
Yastığını okşadım, kokladım
Anılar uçuştular
Soluğun saçlarımı yaladı sanki yine
bir meltem gibi
Teninin kokusu karıştı kokuma
Yakıştılar

Boğuldum karanlıkta
Yanı başımdasın benden çok
uzaklarda
Ellerimi tut dokun bana
Aç gözlerini.

Attım kendimi caddelere
Yeşil ceketin sardı beni
Yürüdüm üstüne karanlığın korkusuz
Tuttum ellerini.

Can Dündar
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 7:00 am

Eğer ;

O'nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...

sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,

ve O, her durduğunuz yerde duruyor,

her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,

hüzünlendikçe ağlıyorsa...

dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu

bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...

hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü,

O'nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...

her şiirde anlatılan O'ysa... her filmin kahramanı O...

her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açıyorsa...

bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez

özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,

iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...

iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...

eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın

O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...

kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...

özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...

hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...

O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme,

vuslat sehere denkse...

gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;

bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine...

uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...

dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı,

bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...

Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız,

sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...

...o halde bugün sizin gününüz!..

"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 7:01 am

Bazen öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki, ne sevebilir, ne terk edebilirsiniz. Kör kütük bağlanmışsınızdır aslında...

En güzel yıllarınızın, acı tatlı hatıralarınızın ortağıdır; iç çekişlerinizin sebebi, yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur.

Göz yaşlarınızda, bilinçaltınızda, kahkahanızdır. Korkunca saklandığınız bir sığınak, coşunca öptüğünüz bir bayrak...

Sevdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır. Sınırsız ve nihayetsiz; "Ölmek var, dönmek yok"tur.

Lakin gün gelir anlarsınız içten içe bir şeyin kanadığını...

Tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya... Şurasından burasından eleştirmeye koyulursunuz: "Şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz ya da eskisi gibi olsa..."

Başkalarını örnek göstermeye, "Bak onlar nasıl yaşıyor" demeye başlarsınız.

Hem birlikte yaşayıp, hem özgür olmanın yollarını ararsınız. Aşkınızın gözü kör değildir artık, yanlışını görür düzeltmek istersiniz. "Eskiden böyle miydi ya..." diye başlayan sohbetlerde açılır eleştirilerin kapısı; açıldıkça bastırılmış itirazlar yükselir bilinçaltından.

Böyle süremeyeceğini bilirsiniz. Değişsin istersiniz.

O, sevgisizliğinize yorar bunu. İhanete sayar. Tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümdür.

"Ya sev böyle ya da terk et" diye gürler...

Bir zamanlar bir gülücüğüyle alacakaranlığı ışıtan o rüya,bir kabusa dönüşür birden... Kapatır gönlünün kapılarını, yasaklar kendini size... Hoyrattır, bakmaz yüzünüze...

Zehir akar dilinden, konuşturmaz, suçlar, yargılar, mahkum eder.

Mühürler dudaklarınızı, yırtar atar yazdıklarınızı, siler sizi defterden...

"İyiliğin içindi hepsi, seni sevdiğim için..." dersiniz, dinletemezsiniz. Ayrılırsanız yaşayamayacağınızı bilirsiniz, lakin böyle de sevemezsiniz.

İhanetten kırılmıştır kaleminiz; severek, terk edersiniz...

"Madem öyle"nin çağı başlar ondan sonra...

Madem ki siz böylesine tutkunken, o hep başkalarını seçmiştir, madem ki kıymetinizi bilmemiştir, o halde günah sizden gitmiştir.

Lanet ederek bu karşılıksız aşka, çekip gitmeleri denersiniz. Aşkın göçmenlik çağı başlar böylece...

Daha özgür olacağınız limanlara demirlersiniz bir süre... Ne var ki unutamaz, uzaktan uzağa izlersiniz olup biteni. Etrafı bir sürü uğursuzla dolmuş, kurda kuşa yem olmuştur. Deli kanlılar, eli kanlılar, uğruna ölenler, sırtına binenler sarmıştır çevresini...

Gurur duyar onlarla, koynunda besler gözünü oysunlar diye...

Uğruna kan dökenleri sever, yoluna gül dökenlerden fazla... "Bana ne... Kendi seçimi" diye omuz silkmeye çabalarsınız bir süre. Ama sonra... Ansızın kulağımıza çalınan bir şarkı ya da bir kapı aralığından süzülüp gelen bir koku, hatırlatır onu yeniden...

Yaban ellerde, başka kollarda ondan bahseder ağlarsınız. Kokusunu özlersiniz, türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi, yemeğini yemeyi, elinden bir kadeh rakı içmeyi...

Karşı nehrin kıyısından hasret şiirler haykırırsınız, sular kulağına fısıldasın diye...

Dönüp "Seni hâlâ seviyorum" diye bağırmak geçer içinizden... Dönemezsiniz. Göremedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız.

Anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu, ne onunla olur, ne onsuz... Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu, hem "Ne olacak sonunda" kuşkusu...

Böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz.

Sürünür gidersiniz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 7:01 am

BİR AYRILIĞIN ANATOMİSİ

"İnsanların birbirini tanıması en iyi zaman,ayrılmalarına en yakın zamandır",der Dostoyevski...

Veda acısı ,kabuğunu soyar insanın;yıldızını kazıyıp çırılçıplak
ortaya serer.

Birlikteliğin örttüğü tüm kusurları ayrılık sergiler.

Bir ayrılık arifesinde helalleşir ve o an hakiki tabiatlarıyla
yüzleşilir.

"Ölene kadar "diye söz verilmiştir,ama "ölüm yolunda"başka tercihler belirmiştir.

Kararsız prensesin vicdanı azap çekerken 7 cücelerin somurtkanı
"aklını başına al" diye fısıldar kulağına;haytası ise
"Kalbinin sesini dinle"diye çekiştirir eteğinden.

Hep hayran bakan gözlere,hatalar takılmaya başlar.

"Ama"yla biter alelade ile biter iltifat cümleleri."Sen iyi bir insansın,
ama arkadaşların kötü","Seni seviyorum ama,bu ilişkide mutlu değilim,"Ben başka türlü bir beraberlik düşlemiştim"
Vs..vs...

Sonra gelsin uykusuz geceler..bir türlü karar vermemeler...
Ruhen gidip gelmeler.."Hele biraz daha zaman geçsin"diye
nikah ertelemeler..

Birlikteymiş gibi yaparken,sevecek başka yüzler,yüzecek
başka denizler kollamalar..

"Aslında bütün bunlar bizim iyiliğimiz için""e kendini kandırmalar..

Sonrası hep aynı:

Bekleyenin"Geliyorum az kaldı" oyalamaları...

Bittiğini bile bile işi uzatmalar,söyleyemedikçe hepden batağa saplanmalar...
Terke makul bir gerekçe ararken hepten çarşafa dolanmalar..Veda konuşmasında süslü iltifat cümlelerinin arasına,o cümleleri
hiçleştiren mayınlar serpiştirmeler...

Üzgünüm görünmeler,bağış dilenmeler..."ama kaçınılmazdı" demeler...

"Sözünden caydın"yakınmalarını"Sen de eski sen değilsin.Değişmişsin"diye
göğüslemeler...
...asıl sen değiştiğini bilmezden gelmeler....

Ve son sahne:

Terk edenin o mahçup"Gönlüm başkasında"iltifatına karşılık terk edilenin kırık çalımı:

"uğurlar olsun!Ben yoluma devam ediyorum"

İhanetler hep böyledir,İlki,bir yenisine gebedir,ikincisi daha az acı verir.

Ondan sonra dur durak yoktur.Güvenilmez aşık,sevdikçe kıran,gezdikçe ardında bir kırık kalpler mezarlığı bırakan bir dervişe döner.

Artık acılara hapsolmuştur.Buluşmak istedikçe ayrılacak,birleşmeye çalıştıkça parçalanacak,sonunda terk ettiklerinin"ah"ı tutup terk edildiğinde mukadder yalnızlığına kapanacaktır...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 7:01 am

ESKİDEN

Çember çevrilir,
Su musluktan içilir,
Ağaçlara tırmanılırdı.
Bebekler bezden, silahlar tahtadan,
Resimler kömür karasından yapılırdı.
Kızlara ninelerinin, erkeklere dedelerinin
İsimleri konulur
Saatli maarif okunurdu
Komşuda pişen, bize de düşer
Bizde pişen komşuya düşerdi
Geceler ayaz, sokaklar karanlık,
Yıldızlar parlak olurdu
Turşu, salça, mantı evde yapılır
Karpuz kuyuda soğutulurdu
Erik ağacının çiçeği pencere camımıza yaslanır
Güz yaprakları bahçemize düşerdi
Kardan adam yapılır, evlerde soba yakılır
Kış gecelerinde masal anlatılırdı
Merdiven çıkılır, aidat ödenmez, yönetici seçilmezdi
Evler badanalı, sokaklar lambasız
Mahalleler bekçili olurdu
Ajans radyodan dinlenir
Çizgili roman okunur
Defterlere kenar süsü yapılırdı
Hayat, arkası yarın gibiydi
Kesintisizdi
Her gün yaşanacak bir şey vardı
Herkes kendi düşünü kurar
Kendi hayatını oynardı
Şimdi
Hayat tek perdelik bir oyun
Stand-up bir yalnızlık gibi
Şimdi
Herkes
Yoğun
Yorgun
Ve
Tek başına ...

Can DÜNDAR
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 7:01 am

Kapı çalar...

Sabahın erken saatlerinde. Açarsınız. Sütçünüzdür gelen. Sütçünün litreliğinden kabınıza dökülen beyazlıkta sabahın güzelliğine kavuşursunuz. Gözünüzde pırıl pırıl bir sabah kahvaltısı canlanır. İçinizden "Bugün kahvaltıyı bahçede yapalım" diye geçirirsiniz.

Kapı çalar...

Gelen postacıdır. Kucağında büyükçe bir paket. Uzattığı kağıda imza atarsınız. Daha önceden ısmarladığınız kitaplara kavuşmanın sevincini yaşarsınız. Zaten tatilde olduğunuzdan bu kitaplara çok ihtiyacınız vardır. "Artık canim sıkılmayacak " deyip keyiflenirsiniz. En çok merak ettiğinizi alıp şezlonga uzanırsınız.

Kapı çalar...

Kapıya koşarsınız. Yıllardır görmediğiniz bir dost gelmiştir. Sevinirsiniz. Sohbetleriniz saatler boyu hatta bütün gün sürer. "Yaşamak ne güzel" dersiniz içinizden. Hele böyle dostlar varken.

Kapı çalar...

Dürbünden bakarsınız. Kimseyi göremezsiniz. Dönüp yeniden koltuğa gömülürsünüz. Bir daha çalar. Bakarsınız, yine kimse yok. Tam o sırada bir daha çalınca kapıyı açarsınız. Komşunuzun oğlu, elindeki sopayla zile uzanmakta. Meğer tuzları bitmiş. İçeriden tuz getirirken kendi kendinize söylenirsiniz. "Elbette göremem. Keratanın boyu bir metre." Bu küçük hadise neşelendiriverir ortalığı.

Kapı çalar...

Düşüp bayılacak kadar şaşırırsınız. Askerdeki oğlunuz haber vermeden izne çıkmıştır. "Oğlum benim" diye hasretle kucaklarken göz yaşlarınızı zaptedemezsiniz. Mutluluğunuz oğlunuzun izni kadar uzar...

Kapının her çalışında sanki mutluluğa koşmaktasınız. Huzur tüter gözlerinizden. Her sessizlikte kulaklarınız zil sesi arar...

Ve kapı çalmaz...

O gün en büyük misafiriniz gelir. Adeta kapıyı kırmıştır. Alıp gider sizi, şaşırırsınız. "Niye haber vermedi?" diye içinizden geçirirken; "Doğduğundan beri zile basmaktayım" der.
Bir şeyler söylemek istersiniz o an. Ama o andan sonra diliniz dönmez.

Ölüm sessiz sedasız gelivermiştir...

Can Dündar
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 7:02 am

Aşık Olmadan Bir Düşün

Evinin seni içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksin...
Sokağa fırlayacaksın...
Sokaklar da dar gelecek...
Tıpkı vücudunun yüreğine dar geldiği gibi...
Ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl gökyüzü...
Kendini taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak kadar küçüleceksin...

Birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan...
"Önemli olan sağlık."
"Yasamak güzel."
"Bos ver, her şey unutulur."
Sen hiçbirini duymayacaksın...
Göz yaşlarından etrafı göremez hale geleceksin...
Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksin...
Hep ondan bahsetmek isteyeceksin...
"Ölüme çare bulundu" ya da "Yarın kıyamet kopacakmış" deseler başını kaldırıp Ne dedin?" diye sormayacaksın...
Yalnız kalmak isteyeceksin...
Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak...
İkisi de yetmeyecek...
Geçmişi düşüneceksin...
Neredeyse dakika dakika...
Ama kötüleri atlayarak...
Onunla geçtiğin yerlerden geçmek isteyeceksin...
Gittiğin yerlere gitmek...
Bu sana hiç iyi gelmeyecek...
Ama bile bile yapacaksın...
Biri sana içindeki acıyı söküp atabileceğini söylese,kaçacaksın...
Aslında kurtulmak istediğin halde, o acıyı yasamak için direneceksin...
Hayatının geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksin....
Aksini iddia edenlerden nefret edeceksin...
Herkesi ona benzetip...
Kimseyi onun yerine koyamayacaksın...
Hiçbir şey oyalamayacak seni...
İlaçlara sığınacaksın...
Birkaç saat kafanı bulandıran ama asla onu unutturmayan…
Sadece bir müddet buzlu camin arkasından seyrettiren...
Bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek...
Boğazın düğümlenecek, dinleyemeyeceksin...
Uyumak zor, uyanmak kolay olacak...
Sabahı iple çekeceksin...
Bazen de "Hiç güneş doğmasa" diyeceksin...
Ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler...
Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin...
Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çıkana sarılmak isteyeceksin Nafile...
Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek...
Rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istediğin...
Her sıçrayarak uyandığında onun adini söylediğini fark edeceksin...
Telefonun çalmasını bekleyeceksin...
Aramayacağını bile bile...
Her çaldığında yüreğin ağzına gelecek...
Ağlamaklı konuşacaksın arayanlarla...
Yüreğin burkulacak...
Canin yanacak...
Bir daha sevmemeye yemin edeceksin...
Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden...
Onun sesini bir kez daha duymak için yani tutuşacaksın...
Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğin için nefret edeceksin...
Yaşadığın şehri terk etmek isteyeceksin...
Onunla hiçbir aninin olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek...
Ama bir umut...
Onunla bir gün bir yerde karsılaşma umudu...
Bu umut seni gitmekten alıkoyacak...
Gel gitler içinde yaşayacaksın...
Buna yasamak denirse...
Razı mısın bütün bunlara...?
Hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye...?
O halde aşık olabilirsin

Can DÜNDAR
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 7:02 am

Asıl eksiklik, eksik olduğumuzu düşünmekti. Asıl eksiklik, çareyi başkasında aramaktı. Hayatın matematiği farklı; iki yarımı toplayınca bir etmiyor. İnsan tek başına mutsuzsa başka biriyle de mutlu olamıyor. Önce yalnızdık. 9 ay boyunca karanlık bir yerde dışarı çıkmayı bekledik ve dünyaya ağlayarak geldik. Pişman gibiydik. Ya da mecburen gelmiş gibi.

Biraz büyüdükten sonra, kendimizi bildiğimiz anda, içimizi kemiren, kalbimizi kurcalayan o tuhaf duyguyu hissettik: Bir yerde bir eksik var. Korktuk. "Bunun sebebi ne?" diye sorduk kendimize. Cevabi yapıştırdık: Demek ki sahip olmadığımız bir şeyler var. O yüzden eksiklik hissediyoruz." Peki, neye sahip olmamız gerekiyor? Çocukken, "yaşımız küçük" diye düşündük. Her istediğimizi yapamıyoruz. Kurallar, yasaklar var. Büyüyünce her şey yoluna girecek. Büyüdükçe bir şey değişmedi. Yine huzursuzduk. İçimizden bir ses aynı sözcükleri fısıldıyordu: "Bir eksik var." Kafamız karıştı. Nasıl kurtulacağız bu iğrenç duygudan? Nasıl geçecek bu?

Aklımıza yeni cevaplar geldi: Okulu bitirince geçecek. İşe girince geçecek. Para kazanınca geçecek. Tatile gidince geçecek. Okulu bitirdik. Diploma aldık. İşe girdik. Kartvizit aldık. Çalıştık. Para kazandık. Taşındık. Araba aldık. Çalıştık. Eve yeni eşyalar aldık. Tatile gittik. Dans ettik. Terfi ettik. Kartviziti değiştirdik. Daha çok çalıştık. Daha çok para kazandık. Çalıştık. Çalıştık. Geçmedi. "Bir yerde bir eksik var" hissi, hala orada duruyordu. Bu sefer de "Sevgilimiz olunca geçecek" dedik. “Yalnızlığımız sona erince bu illetten kurtulacağız." Beklemeye başladık.

Derken, biri çıktı karşımıza, âşık olduk. Ve anında başka biri olduk. Daha güçlü, daha güzel, daha akıllı biri. Hesap cüzdanları, kartvizitler, hatta ilaçlar bile böyle hissetmemizi sağlamamıştı. Sevgilimizin gözlerinde, daha önce bize verilmemiş kadar büyük sevgi ve hayranlık gördük. Sevgilimizin gözlerinde Tanrı' yi gördük. Işığı gördük. "Tünelin ucundaki ışık bu olmalı" diye düşündük "kurtulduk." Sonra bir gün, daha dün bize deli gibi âşık olan insan çekip gidiverdi. Ya da artik eskisi gibi sevmediğini söyledi. Ya da başka birine âşık olduğunu söyledi. Ya da daha kötüsü, başka birine âşık oldu ama söylemedi. Telefonu açmamasından, elimizi tutmamasından, sevişmemesine bahane bulmak zorunda kalmamak için biz uyuduktan sonra yatağa gelmesinden anladık, bir terslik olduğunu...

Belki de sevmekten vazgeçen veya terk eden sevgilimiz değildi, bizdik. Fark etmez. Sonuçta aşk bitti. Şimdi her yer bomboş. Şimdi tekrar yalnızız. Başladığımız yere döndük. Yıllarca uğraştık, eksiğin ne olduğunu bulamadık. Hâlbuki her şeyi denedik, her yere baktık. Öyle mi? Bakmadığımız bir yer kaldı. İçimize bakmadık. Eksik parçayı dışarıda aradık ama içimizde saklı olabileceğini akıl etmedik. Birilerini sevdik, birileri bizi sevsin diye uğraştık ama kendimizi sevmedik. Şaşıracak bir şey yok, tabi ki sevmedik. Kendimizi sevsek bu kadar koşturur muyduk? Canımız yanmasın diye duvarların ardına saklanır mıydık? Kendimizi boş sanıp doldurmaya uğraşır mıydık? Terk edilmekten korkar mıydık? Asıl eksiklik, eksik olduğumuzu düşünmekti. Asıl eksiklik, çareyi başkasında aramaktı. Hayatın matematiği farklı; iki yarımı toplayınca bir etmiyor. İnsan tek başına mutsuzsa başka biriyle de mutlu olamıyor. Herkes beni sevsin" diye uğrasınca kimse gerçekten sevmiyor, herkes sevgisine şart koyuyor, sinir koyuyor.

Oysa "kendime duyduğum sevgi bana yeter" diye düşününce, kendimizi olduğumuz gibi kabullenince yarım tamamlanıyor. Her şey bir oluyor. İşte o zaman perde aralanıyor. Acı diniyor. İşte o zaman başka 'bir'iyle bir araya gelerek, hesabın kitabın, korkunun, kaygının hüküm sürdüğü sahte bir sevgi yerine, gerçek bir sevgi yaratılabiliyor.
Sonsuz Sevgilerimle...

CAN DÜNDAR
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 7:02 am

Yaşamak değil/Beni bu telaş öldürecek"

dediği gibi şairin; o telaşla, bırakın Paris yolunda ılık rüzgârlara taratmayı saçlarımızı, sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile edemedik biz...

Gözümüz saatte söyleştik hep, koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık. Hep yetişilecek bir yerler vardı, aranacak adamlar, yapılacak işler...

Bir sonraki günün telaşı, bir öncekinin terine bulaştı; başkalarının hayatı, bizimkini aştı.
Kör karanlıkta çalar saat sesi yerine, kuşluk vakti, kızarmış ekmek kokusu veya yavuklu busesi ile uyanma düşlerini hababam erteledik.

20'li yaşlardayken 30'lara kurduk saatin alarmını, 30'larımızda 40'lara, belki sonra 50'lere...
Lakin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat, kuşlukta uyanma fırsatını sunduğunda size, artık uyku girmez oluyor gözlerinize...

Doyasıya söyleşmek, telaşsız sevişmek için bol zamana kavuştuğunuzda, söyleşecek, sevişecek kimsecikler kalmıyor yanınızda...

Özenle yarına sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz; vakti gelip sandıktan çıkardığınızda bir de bakıyorsunuz ki, tedavülden kalkmış...

CAN DÜNDAR
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 7:02 am

Ruhumuzun Köprüleri

Zordur köprüleri yakmak... Sıradan sabahların mahmurluğuna alışmışlar için, bir şafak vakti aniden geçmişinden ve bugününden vazgeçmek ve içinde her nasılsa saklanmayı başarmış bir ya­rın heyecanının kanadına tutunarak havalan­mak cesaret ister. Kurulu düzen öylesine rahat, öylesine huzur doludur ki, ruhuna gömülü ço­cuğu, yıllarca kınında beklemiş keskin bir kılıç gibi uyandırıp dörtnala ileri atılmak, yaman bir karara dönüşür.

Zordur insanın onca zaman, bunca emekle kurduğu ne varsa hiçe sayıp, mağlup ama mağ­rur bir komutan edasıyla yeni seferlere niyet­lenmesi... Bugüne yenik düşenler, yarını sade­ce hoş bir hayal olarak düşleyip, dünde yaşar­lar. Bedel ödemeyi göze alanlar ise, yelkenleri atlastan ge­milerle, arkalarında külden köprüler bırakarak meçhul bir istikbale doğru dümen kırarlar...

Yakılan sırat köprüsüdür. Geçer ve orada kalırsınız: cennetse cennet, cehennemse cehennem... dönüşü yoktur...

Clint Eastwood'un son filmi "Madison Kasabasının Köp­rüleri" çoğumuza bir kez daha ruhumuzun derinliklerinde saklanan o yakılası köprüleri hatırlattı. Hayatı, sohbetsiz sofralara yemek hazırlamaktan ibaret, kendi halinde bir ev kadınının günün birinde kapıyı çalıveren bir yabancıyla ya­şadığı 4 günlük "yasak ilişki", içimizdeki şeytanın kapıları­nı çaldı. 40 yıl kendini, kendinden bile saklamış bir kadının, 4 gün içinde kendisiyle tanışması ve 40 yıldır ıskaladığı bir mutluluğu bir "yabancı"da yakalaması, dünyanın dört bir yanındaki izleyicilere pek tanıdık bir duygu gibi geldi.

Sinema çıkışında ellerindeki küçük mendilleri gizli gizli göz pınarlarına bastıran hanımlarla, yaşlı gözlerini kara gözlüklerinin ardına saklı...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 7:03 am

BAHAR VE AYRILIK

Bahar, alıp başını gitmelerin mevsimidir. Sebepsiz yere bazen... Önünü ardını hesaplamadan... Hesapsız, kitapsız çekip gitmelerin mevsimidir bahar...

Bir bakarsınız kekik kokulu bir nisan sabahı koparıp alıverir sizi hayattan... Çiçek açmış bir kiraz ağacının hayaliyle yollara düşersiniz.

Demir alır gönlünüzün limanındaki gemiler... Açılır gidersiniz...

Aradığınız belki yüzülmemiş denizlerdir, belki keşfedilmemiş sevdalar, belki hiç yazılmamış satırlar...

Yüzmenin, sevmenin, yazmanın heyecanıyla coşarsınız.

Dünyaya sırtınızı dönüp yürürken, o yaşanmamışlıkların izini sürersiniz kuytularda... Ve çoğu zaman kendinizle karşılaşırsınız umulmadık bir köşebaşında...

Elele tutuşur yürürsünüz içindeki çocukla...

O'nu büyütmekten korkarak...

* * *

Önünde bir nisan sağanağı varsa, geriye dönüp bakası gelmez insanın...

Oysa fotoğrafları henüz tazedir dünün ayazlı gecelerinin... Kışı birlikte aştığınız dostluklar sımsıcak durur yüreğinizde... Sadakatin ve yerleşikliğin güvenli kolları huzur vaadeder ardınız sıra...

Gel gör ki baharın kokusu dayanılmazdır. Ilık bir rüzgar ruhunuzdaki isyanı okşar. "Hadi sokağa" diye bağıran sirenler çalar içinizden... Derinliklerinizde tutuşturulmayı bekleyen alevler kı vılcımlanır. Kalbinizden havalanan güvercinlere şaşakalırsınız.

Sanki gitmek sadakattir: kalmaksa ihanet...

100 günü aşkındır bu köşede Yeni Yüzyıl haftasonlarında birlikte olduk sizlerle...

Güldük çoğu zaman ya da kızdık öfke dolu sözcüklerde... Mahzunlaştığımız da oldu, çocuklaştığımız kadar...

Yeni sözler söyleme derdine düştük, eskiye sırtımızı dönmeden...

Zorlu bir kışı, kırık dökük satırları ufalayıp ateşleyerek geçirdik.

Yeni bir yüzyılın silueti gülümsedi siz sayfaları çevirdikçe... "Ha doğdu, ha doğacak" denilen gazete, yeni kızlar, yeni oğlanlar doğurdu yeni doğacak bir yüzyıl için...

Sonra nisan geldi...

Sokakta direnilmesi imkansız bir çimen kokusu... içinin bir yerinde yuvadan erken ayrılmanın, sokakta hırpalanmanın korkusu...

Lakin bahara söz geçirmek ne mümkün...

Bir kez çiy düşmeye görsün kış mahmuru bedenlere...

...Coşkuları dizginleyebilene aşkolsun...

* * *

Bu yüzden izin istiyorum sizlerden... Bu köşe (kış köşesi) baharla buharlaşıyor.

Geriye bakınca hüzünleniyorum elbet...

Çünkü geride güzel bir doğuma ortak olmanın tatlı heyecanı var. Ve paylaşılmış köşelerde benzer duyarlılıklar... Ve sımsıcak dostluklar...

Ama önümsıra yüzülmemiş denizlerden iyot kokuları çarpıyor burnuma... Yeni Yüzyıl'ın ilham verdiği baharlar çağırıyor.

Şimdi gitmek sadakattir, kalmaksa ihanet...

O yüzden bir an önce kanatları takıp, uçmakta yarar var... Yeni baharlarda, yepyeni bahar şarkıları söyleyebilmek için...

Hep beraber...

Can DÜNDAR
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 7:03 am

Melek”ler, içe kıvrık patilerle gömülüyor

Zavallı bir kedi yavrusundan farkımız yok aşkın karşısında…

Karikatürist Necdet Şen’in kedisi Melek’i zehirlediler geçen hafta…
Necdet, bu sevimli sarmanı Yavuz Gökmen’in öldüğü günlerde bulmuş ve ona Yavuz’un dilinden düşürmediği büyükannesinin adını koymuş.
3.5 yıl hayatını paylaşmış Melek…

Sonra geçen hafta, kaldırım kenarında derin bir uykuda bulunmuş. Dili dışardaymış. Ağzında kan varmış…

Necdet Şen, kucağına alınca kedisinin zehirlendiğini anlamış.

İnternet sitesindeki “Güle Güle Meleğim” başlıklı yazısında “Sırtı hardal turuncusu, karnı krem karamel sarısıydı kızımın” diyor; “…kuyruğunun ucu rakun gibi çizgiliydi, patilerinin içi pembe pembe… Bana öyle bir sıcaklık ve sevgi sundu ki, tüm yaralarımı sağalttı neredeyse…”

Bu duygusal satırlar arasında küçük bir ayrıntıya takıldım. Necdet, kedisini şişmiş bedeniyle yatarken bulduğu anı tanımlarken, “Tıpkı kanepenin üstünde mutlu mutlu uyuduğu anlardaki gibi patilerinin ucu içeri kıvrıktı yine” diyordu.

Demek sevmişti katilini…

* * *

Kedilerle ilgili bu durumu yeni öğrenmiştim:

Normalde sokak kedisi kendini saldırgan köpeklere karşı koruyabilirmiş.

Bu direnci kıran tek şey neymiş biliyor musunuz:

Sevgi…

İnsanoğlu, eğer bir sokak kedisinin başını okşar ve ona şefkat gösterirse kedicik kendisinin koruma altında olduğunu zanneder ve sivri tırnaklarını içeri çekermiş.

Ve vahşi köpeklerin azgın dişlerini gırtlağında veya itlaf ekiplerinin zehirli etlerini midesinde bulurmuş.

Nedense Melek’in bahtsız yazgısı gibi bu bilgi kırıntısı da bana pek hazin göründü.

Küçücük bir dokunuşta gardı düşen ve ölümcül yaralara açık hale gelen sarmanların kaderinde kendi aşk hayatımızın hülasasını buldum.

Biz de Eros’un şefkatine sığınıp, sevdalanınca en mahrem zaaflarımızı ele vermiyor muyuz?

Yıllar yılı ardına sığındığımız barikatların anahtarını gönüllü teslim edip, tırnaklarımızı içeri çekmiyor muyuz?

Sevginin bizi kollayacağına, sarıp sarmalayacağına dair ön kabulümüz yüzünden koruma duvarlarımızı gönüllü kaldırıp, yaralarımızı açık hale getirmiyor muyuz?

Sonra ne oluyor?

Sevdamız en büyük zaafımıza dönüşüyor.

Saçımızı okşayan elin bizi ilelebet kollayacağına inanıyor, tatlı sözlere kanıyoruz. Taklalar atıp, cilveler yapıyoruz.

Ve en ummadığımız anda, en korunaksız halimizle yakalanıyoruz aşkın hoyrat yüzüne…

Şefkatimiz katilimiz oluyor.

Ders almak mı?

Ne münasebet!..

Daha son ihanetin yarası kabuk bağlamadan, yeni yaralar için aralıyoruz kalbimizin kapılarını…

Zavallı bir kedi yavrusundan farkımız yok aşkın karşısında…

Boynumuzda, kalbimizde pençe pençe darbe izleriyle, her sıcak dokunuşta çocukça uysallaşıp, her hayalkırıklığında “köpek gibi” pişman olarak, her terkedişte acı çekip her dönüşte biraz daha kanayarak, kanayan yerlerimizi kediler gibi dilimizle yalayarak, “Bir daha asla”larla “Daima”lar arasında yalpalayarak yara bere içinde yaşıyoruz.

O yüzden “Melek”ler, içe kıvrık patilerle gömülüyor.

Ve hayata “Şeytan”lar hükmediyor.

Belki de en iyisi kuyruğu her daim dik tutmaktır…

Şefkate kanmış mefta bir ev kedisi olmaktansa, gardını almış hayta bir sokak kedisi kalmak daha iyidir.

CAN DÜNDAR
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 7:03 am

Neyi arıyorsan sen O'sun" der Mevlana...

Zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı arıyorsan aşık...

Elinden tuttuğumuz her sevgili, bizi sü­rükleyip, kendi iç dünyamızın derinliklerinde bir keşif gezisine çıkarır.

Her ilişki, benliğimizde bir kazıdır aslın­da, her sevda ruhumuzun bir başka yüzü...

Her aşkta kendimizi ararız; o yüzden bulduklarımız, benzerlerimizdir.

Resimlerini yanyana koyun sevdiklerini­zin ve dikkatle bakın yüzlerine, onların suretlerinden kendi yüzünüz bakacaktır size...

Aşk denilen kaleydoskobun buzlucamına gözünüzü dayadığınızda, binbir camın rengarenk ışıklar saçarak döndüğünü ve her seferinde bambaşka şekiller ördüğü­nü görürsünüz. Her camda, farklı bir ren­giniz vardır; her şekilde sizden bir parça...

Aşklarınız hülasanızdır.

Sevdiğiniz her adam, beğendiğiniz her kadın, farklı ruh hallerinizi ele verir; arada bir çevirdiniz mi kaleydoskobu, cam par­çalar yer değiştirip yeni şekiller alır; hepsi siz...

Sevgilinizin gözlerindeki dolunay, sizde­ki ışığın yansımasıdır aslında; dilindeki si­zin ilhamınız, tenindeki sizin ısınız...

Yoksa hâlâ bir sevdiceğiniz, o henüz kendinizi bulamadığınızdandır...

* * *
Aşk, narsizmdir.

Kendimiziz her aşkta arayıp durduğu­muz, peşinde olduğumuz...

Bir omza sığınmanın şefkatinde de, bir göğsü dişlemenin şehvetinde de kendimize açılan kapılar var.

Sevda, çevrildikçe içimizin farklı ışıkları­nı yakan eğlenceli bir kaleydoskop gibi başımızı döndürüyor.

Ve biz, hep baharı takip ederek dünyayı gezen bir gezgin gibi içimizdeki eski baharları arıyoruz.

* * *
Narcissus'u bilirsiniz:

Öyle heybetli ve güzelmiş ki, bakmaya doyamazmış kendine... Gün boyu ayna karşısına geçip kara gözlerini, incecik burnunu, dar kalçalarını, kıvırcık saçlarını seyredermiş hayran hayran... Bir gün ır­mak kenarında gezinirken, sudaki yansımasına ilişmiş gözü... uzanıp, iyice bak­mak istemiş. Tam gördüğünde kendini, dengesini kaybedip düşüvermiş ırmağa, kapılıp gitmiş suya...

Yeryüzünün en güzel insanının öldüğü­nü duyan Tanrı, unutulmaması için O'nu her bahar açan güzel kokulu bir çiçeğe dönüştürmüş.

Narcissus, nergis olmuş.

* * *
Kıssadan hisse, benden size tavsiye, ta­ze bir nergis verin bugün sevgilinize...

Sonra da, nerede baharsa mevsim, ro­tasını oraya çevirip içindeki eski baharla­ra koşan bir gezgin gibi "Bahar getirdim sana" deyin, baharın elinizde olduğunu unutmadan...

Gözlerinizdeki ırmağa baktığınızda kendinizi göreceksiniz; dikkat edin de hayran olup düşmeyin!

Düşüp bahar kokulu bir çiçeğe dönüşmeyin...

Can Dündar
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 7:03 am

hayat

aşık olmak.
ilk öpüşme.
yüz kaslarınız ağrıyana dek gülmek.
sıcak bir duş.
özel bir bakış.
mail almak.
manzaralı bir yolda araba kullanmak.
radyoda en sevdiğiniz kişinin şarkısının çalması..
yatağınıza uzanıp yağmurun sesini dinlemek.
yeni çıkmıs sıcak bir ekmek..
satın almak istediğiniz kazagın %50 indirime girdiğini görmek.
uzaktaki bir arkadaşınızla telefonda konusmak.
köpük banyosu.
kıkır kıkır gülmek.
güzel bir sohbet.
kumsal.
gecen kış giydiğiniz montun cebinden on milyon çıkması.
kendinize gülmek.
gece yarısı saatlerce telefonda konuşmak.
su fıskiyelerinin arasında koşmak.
durup dururken gülmek.
yanınızda size güzel olduğunuzu söyleyen birinin olması.
ilk aşk.
hakkınızda güzel sözler söylendiğine kulak misafiri olmak.
uyanıp daha uyuyacak birkaç saatiniz olduğunu farketmek..
yeni arkadaşlar edinmek.
eski arkadaşlarınızla zaman geçirmek.
oda arkadaşınızla gece yarısı sohbetleri.
güzel düşler.
arkadaşlarınızla araba yolculuğu yapmak.
sevgilinizle yorgana sarılıp iyi bir film seyretmek.
çok güzel bir konsere gitmek.
çekici bir yabancıyla bakışmak.
çikolatalı kurabiye yapmak.
sevdiğin insana sıkıca sarılmak.
istediği armağanı açan kişinin yüzündeki ifadeyi görmek.
güneşin doğuşunu seyretmek...
ve bir söz;
"aldığın her nefesi fırsat bil, ot değilsin yeniden bitmezsin..."

Can Dündar
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 7:03 am

Kırlangıcın Öyküsü

Fırtınadan sırılsıklam bir geceye uyuyup, ışıl ışıl bir bahar güneşine uyanınca insan, uzun sürmüş bir kış uykusunun mahmurluğundan silkinmişcesine diriliyor ruhu...
Yorgun bir yılın sonunda, denizin tuzlu dudaklarından öpmeye koştuğum bir sahil kasabasında, elektronik posta kutuma düştü "kırlangıcın öyküsü"...
Öyle güzel, öyle yalındı ki, yazarını da, kaynağını da bilmemenin riskine rağmen, o 8 - 10 satırdan çocuksu bir masal yapıp, bu yılbaşı, hediye sepetinize koymak geldi içimden...

* * *
"Kırlangıcın biri, bir adama aşık olmuş.
Cesaretini toplayıp penceresine konmuş.
Önce olabildiğince dik durmuş,
Sonra gagasıyla cama vurmuş.
'-Tık... tık tık...'
Çok meşgulmüş adam... öfkeyle cama dönüp bakmış:
'-Kimmiş onu işinden alıkoyan?'
Kırlangıcın minik kalbinde amansız bir heyecan
Kırık sözcükler dökülmüş gagasından...
'-Hey adam, seni nicedir izliyorum.
Sorma nedenini, niçinini,
Ama galiba seni seviyorum'.

* * *
Şaşırmış adam,
'-Sen de nerden çıktın şimdi,
Tam aklımı toplayacakken bozdun işimi...'
Şöyle bir tüylerini kabartmış kırlangıç,
ve aklındaki planı çıtlatmış:
'-Aç pencereyi beni içeri al sen,
birlikte yaşayalım ebediyen...
hem sofrada ortağın olurum,
hem evde eğlencen'.
Parlamış adam:
'-Şuna da bakın neler diyor bu...
Haddini bil, hiç kuş insana aşık olur mu?'
'-Soğuklar başladı bak, üşüyorum dışarda.
Alırsan içeri, deva olurum yanlızlığına da...'
Hepten kızmış adam, kovmuş kırlangıcı camın önünden
'-Yürü git işine, yalnızlığımdan memnunum ben"
Bükmüş gagasını zavallı kırlangıç,
Uçmuş semaya doğru, kanadı kırık...

* * *
Gel zaman git zaman,
kırlangıçın hemen ardından,
bizim adamı pişmanlık basmış:
'-Hay aptal kafam, ben ne halt ettim,
ayağıma gelen fırsatı teptim'.
Sonra teselli etmiş yalnız kalbini:
'-Sıcaklar başlayınca gelir kırlangıcım.
Onu içeri alır yalnızlığımı paylaşırım".
Kış geçip de yaz gelince, yalnız adam başlamış beklemeye...
Ama sevdalısı uğramamış bile bir kere...
Akın akın gelen sürülere sormuş,
Onun kırlangıcından eser yokmuş.
Öyle üzülmüş ki, gidip bilge kişiye danışmış.
Hem kırlangıcı, hem kendi eşekliğini anlatmış
Bilge kişi almış adamın mesajını,
Lakin üzüntüyle sallamış başını:
"A benim yalnız oğlum. Ne kadar efkarlansan azdır.
Çünkü kırlangıçların ömrü 6 aydır".

* * *
Sırılsıklam bir geceye uyuyup, güneşli bir sabaha uyanınca insan, kabus gibi geçmiş bir yılın, ışıltılı yeni yıllara gebe olduğuna dair inancı tazeleniyor.
Hele yorgun bir yılın sonundaysanız,
denizin tuzlu dudaklarından öpmeye koştuğunuz şirin bir sahil kasabasında, dostların arasındaysanız...
Ve hele, posta kutunuza atılan mektuplar size "Bulduğun aşkların kıymetini bil" diyorsa...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 7:04 am

BİR KADIN

Bir kadın çocuktur aslında..
Çocuk gibi davranmayı sever.
Erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini de ister.
Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak okşamalıdır erkek kadını.
Ama her kadın çocukça da olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını ister.
Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz,
ama asla onu bir Çocuk olarak görmeyeceksiniz.

Bir kadın güçlüdür aslında.
Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür.
Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını sevmez.
İster ki Erkeğin gücü kendisine huzur versin.
Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile Erkeğin yapmasını bekler.
Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de
erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir.
Ancak kadın gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz.
Yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar.

Bir kadın sevgilidir aslında.
İçinde her zaman sevgiyi taşır.
Sevdiklerinden kolay kolay ayrılamaz. Sevdiklerini kolay kolay kıramaz.
Zor sever ama tam sever.
Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için
yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir.
Ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız.
Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz.
Ancak beyninde yer etmemişseniz her an terk edilebilirsiniz.
Sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette.
Bunun nedeni ise engelleyemedikleri "acımak" duygusudur.

Bir kadın yalnızdır aslında.
Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz.
Kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır.
O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez.
Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz.
Yalnızlık onun sığınağıdır.
O sığınağa ne zaman gireceğine, ne kadar kalacağına hep kendisi karar verir.
Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.

Bir kadın bilgindir aslında.
Neler yapabileceğini erkek aklI hayal bile edemez.
Yaratıcılığının sınırı yoktur.
Ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler.
Hoyratça harcamaz yaratıcılığını sadece erkeğine saklar.
Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir.
Çünkü yaşamınız asla sıradan olmayacaktır.

Bir kadın hayattır aslında.
Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor.
Yemek yemek, su içmek bile.
Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup
içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz?

Anlıyorsanız ne mutlu size. Anlamıyorsanız, ne yazık ki yaşamıyorsunuz...

Can DÜNDAR
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 7:04 am

Aşk Deprem Gibidir

Ne zaman kimi vuracagini asla bilemezsiniz.

Gece yarisi aniden, dipten yukselen coskulu bir dalga gibi kabarir içinizde.

Toprak ayaginizin altindan kayiyor gibi olur ve en hazirliksiz oldugunuz anda bütün siddetiyle vurur.

Sarsilir, neye ugradiginizi sasirirsiniz.

Heyecan,korku, kararsizlik, cesaret, aci, ofke,huzun,merhamet, siddet kaplar bir anda dunyanizi. Es dost yardima kossa da kolay toparlanamazsin.

Bittiginde agir bir enkaz birakir geride.

Daha kotusu, "tamamen bitti" sandiginiz sarsinti, hafif bir siddette artci soklar halinde yillarca surebilir.

Kalbinizdeki kirik hat ara sira yoklar yeniden...

Can Dündar
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin





Can Dündar Empty
MesajKonu: Geri: Can Dündar   Can Dündar Icon_minitimePaz Mart 22, 2009 7:04 am

Acıdır Zaman Denen Mefhum

Çok zaman önceydi.O kadar zaman önceydi ki zaman diye bir şey yoktu.
İnsanlar güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı.
Bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı.
Derken zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan.
Bir parçasına dün dedi, diğer parcasına bugün, öteki parçasına da yarın.
Sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu.
Dünü düsünüp pişman oldu, yarını düşünüp telaşlandı;
ama işin ilginç tarafı tüm telaş ve pişmanlıkları güneş doğup batıncaya kadar yaşadı.
Farkında olmadan rezil etti bu gününü.
Oysa yarın, bugüne dün diyor, dünde bu gün için yarın diyordu.
Bir türlü beceremedi.Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı.
Bu günü eline yüzüne bulaştırdı...Mutsuz oldu insan.
Ve ne gariptir ki yarının telaşı da, dünün pişmanlığını da hep bugün yaşadı;
ama bugünü hiç yaşayamadı.
Ne yarın ne de dün!

Can Dündar
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Can Dündar
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 3 sayfasıSayfaya git : 1, 2, 3  Sonraki

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
maviş forum :: Edebiyat köşesi :: Şair ve Yazarlarımızın Yaşamları-
Buraya geçin: