| Dini Hikayeler Arsivi | |
|
|
|
Yazar | Mesaj |
---|
Admin
| Konu: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:12 am | |
| Ey doğruların yardımcısı olan Allah’ım
Gencin birisi Kâbe’de hep Ey doğruların yardımcısı olan Allah’ım ey haramdan sakınanların yardımcısı olan Allah’ım sana hamdü sena ederim diye dua eder. Bu durum herkesin dikkatini çeker. Birisi (Neden hep aynı duayı yapıyorsun başka bir şey bilmiyor musun?) der. O da anlatır: 7-8 sene önce yine Kâbe’de iken içi altın dolu bir torba buldum. Tam 1000 altın vardı. İçimden bir ses (Bu altınlarla şunları şunları yaparsın) diyordu. Hayır dedim kendi kendime bu benim değil başkasının malı kullanmam haram olur dedim.
Bu sırada birisi (Şöyle bir torba bulan var mı?) diye bağırıyordu. Çağırdım onu nasıl bir torbaydı içinde ne vardı diye sordum. Torbayı tarif etti ve içinde 1000 altın vardı dedi. Al öyleyse torbanı diyerek verdim. Adam torbayı açıp içinden bana 30 altın verdi.
Pazara gittim. Temiz yüzlü genç bir esiri [köleyi] överek satıyorlardı. Gencin temizliği dikkatimi çekti. Yanlarına gittim bu köle için ne istiyorsunuz dedim. 30 altın dediler. Adamdan aldığım 30 altını verip genci satın aldım.
Bir iki yıl geçti. Genç çok çalışkan çok edepli idi. Onu aldığıma çok memnun olmuştum. Bir gün onunla giderken karşıdan iki üç kişi geliyordu. Genç bana dedi ki (Efendim ben Fas emirinin oğluyum. Bu gelenler babamın adamları. Beni buldular. Senden beni satın almak isterler. Sen iyi bir insansın onlara 30 bin altından aşağıya satma) dedi.
O kişiler yanıma geldi bu esiri bize satar mısın dediler. Satarım dedim. 60 altın verelim dediler. Olmaz dedim. İyi ama sen bunu 30 altına almadın mı? Biz sana iki mislini veriyoruz dediler. Öyleyse gidin pazardan alın dedim. Artıra artıra 20 bin altına kadar çıktılar. 30 binden aşağı olmaz dedim. Çaresiz kabul ettiler. Altınları verip genci alıp gittiler.
Ben o 30 bin altınla işyerleri açtım ticaret yaptım daha çok zengin oldum. Bir gün bana arkadaşlar çok zengin bir ailenin iyi bir kızı var. Babası yeni vefat etti. Onunla seni evlendirelim dediler. Ben de olur dedim. Nikah kıyıldı. Deve yükleri çeyizini getirdiler. Çeyiz arasında bir torba dikkatimi çekti. Kıza bu nedir dedim. İçinde 970 altın var babam Kâbe’de bunu kaybetmiş bulan gence 30 unu vermiş. Kalanını da bana hediye etti çeyizine koyarsın dedi. Demek ki bulduğum altınlar benim rızkım imiş vermese idim haram yoldan gelecekti şimdi helal yoldan yine bana geldi.
Bana yardım edip haramlardan koruyan nice nimetler ihsan eden yüce Rabbime hamd ederim.
En son Admin tarafından Paz Mart 22, 2009 11:15 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:12 am | |
| Fidanlar şimdiden meyve verdi
Bir hükümdar maiyetiyle birlikte gezintiye çıkmıştı Yolu üzerindeki bir köyde çok yaşlı bir adamın tarlasına fidan dikmekle meşgul olduğunu gördü gayreti hoşuna gitti yanına gelip latife yapmak istedi: - Baba sen ne diye fidan dikmeye uğraşıyorsun? Maşallah yaşını yaşamışsın bu diktiğin fidanların meyvesinden belki de yiyemezsin.
İhtiyar cevap verdi: - Bu diktiğim fidanların meyvesini bizim yememiz şart değil evlat. Biz nasıl bizden öncekilerin diktiği fidanların meyvesinden yiyorsak bizim diktiğimiz fidanların meyvesini de bizden sonrakiler yer.
Bu cevap hükümdarın hoşuna gitti ve mükafat olarak ihtiyara bir kese altın verilmesini emretti. İhtiyar bu ihsanı tebessümle karşıladı: - Gördün mü evlat bizim diktiğimiz fidanlar şimdiden meyve verdi.
Bu cevap da hükümdarın hoşuna gitti bir kese daha altın verilmesini emretti. Yaşlı köylü güldü: - Evlat herkesin diktiği fidan yılda bir defa meyve verir bizim diktiğimiz fidan yılda iki defa meyve verdi.
Bu cevap da hükümdarın hoşuna gitti ve bir kese daha altın verilmesini emretti. Ama bu defa vezir araya girdi ve hükümdarı uyardı: - Aman sultanım bir an önce buradan uzaklaşalım. Bu ihtiyar bu gidişle hazineye de darı ektirecek | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:12 am | |
| Hadim-ül harameyn de
Yavuz Sultan Selim Han Mısır'ı fethetmiş ve hilafet 1516 yılında Abbasilerden Osmanlılara geçmişti. Cuma günü Ümeyye Camiinde Cuma namazı kılınırken imam Hutbede halifenin ismini zikredip (Hakim-ül harameynişşerifeyn = Mekke ve Medine'nin hükümdarı) dedi. Yavuz hemen oturduğu yerden ayağa kalkarak (İmam efendi Hakim-ül harameyn deme Hadim-ül harameyn = Mekke ve Medine’ye hizmet eden de) dedi. | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:12 am | |
| Hafıza meselesi
Padişah okunan bir şeyi bir dinleyişte ezberlermiş. Birinci vezir 2 defa okunanı ikinci vezir de 3 defa okunanı ezberlermiş. Şair Abdülbaki efendi yeni yazdığı bir şiiri Padişaha takdim edince Padişah oku bakalım der. Şiir hoşuna gidince Padişah bir latîfe yapmak ister: - Burada herkes bu şiiri bilir. Neresi yeni bunun? Yoksa sen bilmez mi sanıyordun?
Şair şaşırır: - Efendim nasıl olur bu şiiri yeni yazdım ve ilk defa burada okudum. Bilmeniz nasıl mümkün olur? - Bak şimdi ben okuyorum sen dikkatle dinle!
Padişah şiiri okur ve şairin çok fazla şaşırdığını görünce iki defa dinlediği için ezberleyen birinci vezire dönüp der ki: - Abdülbaki efendi iyice tatmin olması için bir de şiiri sen oku bakalım!
Şairin şaşkınlığı iyice artar. Padişah ikinci vezire der ki: - Bir de sen oku da Abdülbaki efendi iyice kanaat getirsin artık.
O da yanlışsız okur. Şair ne diyeceğini şaşırmış vaziyette iken Padişah durumu anlatır ve hediyelerle uğurlar. | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:13 am | |
| Hakimin üç kusuru
Hz. Ömer hilafeti zamanında Hımıs ileri gelenlerine bir mektup yazıp çevredeki fakirlerin kendisine bildirilmesini isteyerek yardım edeceğini bildirdi. Hımıs'lılar Şam ve civarında bulunan fakirlerin bir listesini Halife Hz. Ömer'e arzettiler. Hz. Ömer gelen listeyi açıp baktığında listenin başında kadı olarak tayin ettiği Sa'd bin Amir'in ismini görüp listeyi getirenlere hakiminin mali durumunu sordu. Onlar (Hakimimiz hakikaten gayet fakirdir. Elinde avucunda olanı fakir fukaraya dağıtıyor rüşvet olacağı korkusundan bizim de en küçük bir hediyemizi bile kabul etmiyor) dediler.
Hz. Ömer sordu: - Allah'tan bu kadar korkan hakiminizin hoşunuza gitmeyen tarafları da var mı?
Evet diyerek kusurlarını şöyle sıraladılar: 1- Vazifesine sabah namazından sonra başlaması gerekirken kuşluk vakti başlıyor. 2- Evine çekilir aramıza girmez. 3- Haftada bir gün evinden dışarı bile çıkmaz. Kapısı arkasından kilitlidir.
Hz. Ömer onlara bir kısım erzak ve giyecek vererek gönderdi. Hakim Sa'd bin Amir'i de bunların sebebini öğrenmek üzere huzuruna davet etti.
Hakim Hz. Ömer'in huzuruna gelince durumu anlattı: Birinci kusurum; ailem hasta olduğundan evin bütün işlerini bizzat kendim görüyorum ve bu sebepten vazifemin başına ancak kuşluk vakti gelebiliyorum.
İkincisi ise; akşam olunca gün boyu yaptığım işlerin muhasebesini yapıyor acaba yaptığım işlerde bir kusurum var mı diye onu tetkik ediyorum.
Üçüncüsü; sırtımdakinden başka giyecek elbisem yoktur. Haftada bir gün giydiğim çamaşırlarımı yıkıyor temizlik işleri ile meşgul oluyorum. Hatta evimde bile üzerime alacak bir elbisem olmadığından yıkadığım çamaşırlarım kuruyuncaya kadar hiçbir kimseyi görüşmeye bile kabul edemiyorum.
Sa'd bin Amir'in bu izahatı karşısında Hz.Ömer çok memnun oldu ve ondan sonra Sad'ı hatırladıkça (Ah Sa'd ah Allah korkusu seni ne kadar yüceltmiş) der onunla iftihar ederdi. | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:14 am | |
| --------------------------------------------------------------------------------
Hakkımızda belki bu hayırlıdır
Çölde yaşayan bir bedevinin bir horozu bir köpeği ve bir de merkebi vardı. Horoz sabahları öter onları namaza uyandırırdı. Bir gün tilki horozu alıp götürdü. Çoluk çocuğu üzüldü. Bedevi hakkımızda belki bu hayırlıdır diyerek onları teselli etti. Bir kurt yüklerini taşıyan merkebini parçaladı. Bedevi üzülen çoluk çocuğunu yine belki hakkımızda hayırlısı budur diyerek teselli etti. Bir müddet sonra kendilerine bekçilik eden köpekleri de öldü. Bedevi yine ailesini teselli etti.
Bir sabah gördüler ki ilerideki birkaç çadırda yaşayanlar esir alınarak götürülmüş. Hayvanlarının sesleri merkep anırması horoz ötmesi ve köpek havlaması çadırda yaşayanları ele vermiş. Bedevinin hayvanları olmadığı için onların varlığından haberdar olamamışlar. | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:14 am | |
| Hangi günahımızdan dolayı
Somuncu baba bir talebesine bir teneke buğday verip bunun yarısını kendin için yarısını da benim için bir tarlanın yarısına ek der. Talebe eker. Ekinlerin yetiştiği mevsimde tarlaya giderler talebenin olan kısımdaki ekinler gayet iyi yetişmiş Somuncu babanınki ise gelişmemişti. Talebeye gelişen mahsulün kimin olduğunu sorar. Talebe de utancından (Sizin) der. Somuncu baba (Biz ahiretimiz için çalışıyorduk. Acaba hangi günahımızdan dolayı dünyamız mamur olmaya başladı da bu ekinler böyle yetişti?) der.
Talebe gerçeği söyleyerek hocasının üzüntüsünü giderir.
Hatim-i Tai’den daha cömert fakir
Cömertliği dillere destan olan Hatim-i Tai’ye derler ki: - Kendinden daha cömert birini gördün mü? - Evet gördüm. - Kimmiş o? - Yetim bir gence misafir olmuştum. Bana bir koyun kesip ikram etti. Koyunun bir yeri çok hoşuma gitti. Yemin ederek (burası çok lezzetliymiş) dedim. Genç dışarı çıktı. On koyunu varmış. Birisini daha önce kesmişti. Dokuzunu da şimdi kesmiş. Benim sevdiğim kısımları pişirip önüme getirdi. Ben olanların farkında değildim. Giderken kapının önündeki kanları görünce sitemle sordum: - On koyunun onu da kesilir mi? - Sübhanallah bunda şaşılacak ne var? Bir şey sizin hoşunuza gitmiş. Bunu yapmak da benim gücüm dahilindedir. Bunu sizden esirgemem hiç uygun olur mu?
Bunu dinleyen arkadaşları tekrar sorarlar: - Yetim gencin ikramına karşılık siz de ona bir şey verdiniz mi?
Hatim-i Tai der ki: - Verdim ama pek mühim sayılmaz. - Ne verdiniz? - Üç yüz deve ile beş yüz koyun. - O halde sen ondan daha cömertsin. - Hayır o genç benden daha cömerttir. Zira o malının tamamını verdi. Ben ise malımın çok azını verdim. Bir fakirin yarım ekmeğinin tamamını misafire vermesi mi mühimdir yoksa bir zenginin sürüsünden bir deveyi misafirine ikram etmesi mi? | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:14 am | |
| Herkesin ceza ve mükafatı verilmiş
Behlül Dânâ bir gün Harun Reşid'den bir vazife istedi. Harun Reşid de ona çarşı pazar ağalığını verdi. Behlül hemen işe koyuldu. İlk olarak bir fırına gitti. Birkaç ekmek tarttı hepsi normal gramajından noksan geldi. Dönüp fırıncıya sordu: “Hayatından memnun musun geçinebiliyor musun çoluk-çocuğunla ağzının tadı var mı?” Adam her soruya olumsuz cevap verdi.
Behlül bir şey demeden ayrıldı ve bir başka fırına geçti. Orada da birkaç ekmek tarttı ve gördü ki bütün ekmekler gramajından fazla geliyor eksik gelmiyor. Aynı soruları bu fırının sahibine de sordu ve her soruya olumlu cevap aldı.
Bundan sonra başka bir yere uğramadan doğru Harun Reşid'in huzuruna çıktı ve yeni bir vazife istedi. Harun Reşid "Behlül daha demin vazife verdik sana ne çabuk bıktın?" dedi.
Behlül açıkladı: “Çarşı pazarın ağası varmış! Benden önce ekmekleri tartmış vicdanları tartmış buna göre herkes hesabını ödemiş ceza ve mükafatları verilmiş bana ihtiyaç kalmamış.”
Hocamdan tek şey öğrendim
Bir gün bir âlime yakınlarından biri (Sen hep hocam hocam diyorsun anlat bakalım sen hocandan ne öğrendin?) diye sorar. Talebeleri merak ederler bu kadar geniş bir soruya ne cevap verecekler diye. Kim sevilir kim sevilmez bunu öğrendim der. Evet hubbi fillah buğdi fillah imanın şartlarındandır. Yani Allah için sevmek Allah için buğzetmek.
Hz. Süleyman ve karınca
Süleyman aleyhisselam Beyt-ül-Makdis’in inşasını bitirince Allahü teâlâdan takdirine uygun hüküm ile hükmetmeyi nasip etmesini istedi. Bu ona verildi. Kendisinden başka bir kimseye verilmeyen bir mülk ve saltanatın kendisine verilmesini de istedi. Bu da ona verildi. Beyt-ül-Makdis’in inşasını bitirince bu mescitte sırf namaz kılmak için gelen kimsenin buradan anasından doğduğu günkü gibi günahlarından temizlenmiş olarak çıkmasını diledi.
Resulullah efendimizin ümmetine de bu mescitte namaz kılmak çok sevap olmuştur. Nitekim hadis-i şerifte; (Mescid-i Haram’da kılınan namaz yüz bin namaza; benim mescidimde kılınan namaz bin namaza; Mescid-i Aksa’da kılınan namaz beş yüz namaza denktir) buyuruldu.
Ahit sandığını koydu Süleyman aleyhisselam Mescid-i Aksa’ya Musa aleyhisselamdan beri nesilden nesile geçerek gelen Ahit sandığını koydu. Bu durum Beyt-ül-Makdis’in Buhtunnasar tarafından yıkılmasına kadar devam etti. Buhtunnasar Kudüs’ü alınca şehri yakıp yıktı. Mescid-i Aksa’da bulunan altın gümüş ve diğer mücevherleri alıp Babil’e götürdü.
Süleyman aleyhisselamın cinler tarafından dokunmuş olan bir yaygısı vardı. Kendisi ve ordusu bu yaygının üzerine çıkar rüzgar onu emredilen yere götürürdü. Sabahtan öğleye kadar bir aylık öğleden akşama kadar da bir aylık yol katederdi. Ayrıca rüzgar duymak istediği sesleri de Süleyman aleyhisselama getirirdi.
Süleyman aleyhisselamın ordusundaki vazifeliler yemek kaplarını ve malzemelerini de yanlarına alır ihtiyaç oldukça yemek yapar ekmek çıkarırlardı. Bu şekilde havada seyahat ederlerdi. Yine bir gün emir verilip Süleyman aleyhisselam ve ordusu İran’daki İstahar şehrinden Yemen tarafına hareket etti.
Süleyman aleyhisselamın ordusu daha sonra Taif’te Sedir vadisine sonra da karıncaların çok olduğu Neml vadisine ulaştı. Süleyman aleyhisselamın ordusunun kendilerine doğru geldiğini gören karıncaların reisi durumundaki dişi bir karınca arkadaşlarını ikaz edip dedi ki: - Ey karıncalar! Süleyman aleyhisselam ve ordusu bize doğru geliyor. Çabuk yuvalarınıza girin! Bilmeden üstünüze basıp sizi öldürebilirler.
Bunun üzerine karıncalar reislerinin sözüne uyarak yuvalarına girdiler.
Karıncanın verdiği ders Karınca Süleyman aleyhisselama itaat etmekle memurdu. Elbette itaat ettiği zatı onun fazilet ve adaletini bilirdi. Karıncalarda Allahü teâlânın ihsan ettiği bir anlayış vardır. Çünkü onlar faydalarına olan şeyleri bilirler. Mesela yuvalarına götürdükleri buğday tanesini çimlenmemesi için ikiye bölerler. Fakat kişniş otunu dört parça yaparlar. Çünkü kişniş otu iki parça olursa tekrar bitip büyür. Süleyman aleyhisselam dişi karıncanın âyet-i kerimede beyan buyurulan sözünü uzaktan duydu tebessüm etti. Bunun üzerine karıncalar yuvalarına girinceye kadar ordusunu vadiye bırakmadı.
Hayvan bile reisi bulunduğu topluluğu korumaya çalışıyordu. İnsan için karıncanın bu davranışında ibretler vardı. Zira insan da emri altındakileri korumalıydı. Çoban güttüğü sürüyü her türlü tehliaaae karşı nasıl koruyorsa cemiyetteki idareci olanlar da idare ettikleri kimseleri korumalıydılar. | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:14 am | |
| Kalbime kibir gelmesinden korktum
Evliyaullahtan bir zat Ramazan günü talebeleriyle birlikte bir şehre gitmek için yola çıktılar. Şehre yaklaştıklarında akın akın insanların kendilerini karşılamak üzere yollara döküldüklerini gördüler. Mübarek zat hemen çıkınından kuru ekmeğini çıkararak ağzına attı. Bunu gören ahali (Biz de bu zatı âlim bir veli bilirdik Ramazan günü oruç tutmuyor üstelik açıktan oruç yiyor. Böyle birisi ile konuşulur mu hiç?) diyerek dağıldılar.
Talebeleri yaptığı hareketin sebebi hikmetini sorduklarında (O kadar insanın bizim için yollara döküldüğünü gördüğümde kalbime kibir ve büyüklenme gelmesinden korktum onların gözünden düşüp nefsimi aşağılatmak için bunu yaptım. Ekmeği ısırdım ama yutmadım. Herkes ekmeği yediğimi sandı. Kalbime kibir yerleşerek Allahü teâlânın gazabına sebep olsaydım hâlim ne olurdu) dedi. | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:14 am | |
| --------------------------------------------------------------------------------
Kalbiniz kırılacağına taş kırılsın
Sultan Mahmud-u Gaznevi hazretleri bir savaş sonunda çok kıymetli bir elmas yakut taşı ganimet olarak ele geçirir. Sonra taşı eline alarak baş vezirine (Al bu taşı kır paramparça et) der. Baş vezir der ki: - Aman efendim bu çok kıymetli ben bunu kıramam.
Sonra yanındaki diğer vezire aynı şeyi söyler. O da der ki: - Bu çok kıymetlidir kırılmaz bu.
Diğerlerinin hepsi aynı şeyi söylerler. Sultan özel hizmetçisi Ayaz’ı çağırıp (Al bu taşı kır) der. Daha demeye kalmadan Ayaz taşı yere vurup kırar paramparça eder.
Padişah hiddetli bir şekilde der ki: - Bre Ayaz sen ne yaptın vezirler bunun çok kıymetli olduğunu söylediler. Nasıl kırarsın bunu? Ayaz der ki: -Efendim ben taştan ne anlarım benim için kıymetli olan sizin emrinizdir sizin kalbinizdir kalbiniz kırılacağına varsın taş kırılsın.
Sultan vezirlerine dönüp der ki: - Ayaz’ı niçin sevdiğimi anladınız değil mi? Sizin gibi beni bir taşa değişmedi | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:14 am | |
| Kapatılamayan kapı
Bir zamanlar valilik yapan birisinin çok güzel bir bahçesi vardı. Rengarenk çiçeklerle donatılmış tam bir zevk ve sefa yeriydi. Bir gün vali bu bahçeye geldi. Orada bahçıvanın hanımını gördü. Kadın çok güzeldi. Vali bir bahane ile kadının kocası olan bahçıvanı bir iş için dışarıya gönderdi. Kadına da dedi ki: - Bahçenin kapılarını kapat. Hiçbir kapı açık kalmasın!
Kadın akıllı ve namuslu idi. Valinin kendisine kötü niyet taşıdığını anladı. Gidip bir ağacın arkasına saklandı ve biraz sonra gelip dedi ki: - Kapıları kapattım. Yalnız bir tanesi kaldı. Onu kapatmaya gücüm yetmiyor. Ne kadar uğraşsam da kapatamıyorum. -O hangi kapıdır? -Bu kapı Allahü teâlânın bizi gözetlediği kapıdır.
Vali bu sözü duyunca pişman olup tevbe etti. Kendisini ilme ve ibadete verdi. Allahü teâlânın sevgili kullarından biri oldu. | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:15 am | |
| Kararan yüz nurlandı
Süfyan-ı Sevri hazretleri anlatır: Kâbe’yi tavaf ederken her adımda salevat okuyan birini gördüm. Ona (Sen gerekli duaları bırakıp hep salevat okuyorsun. Her yerde okunacak dua var) dedim. (Sen kimsin?) dedi. Ben de kendimi tanıttım. (Sen avamdan değilsin âlimsin sana anlatayım) diyerek başladı:
Babamla Beytullaha gitmek üzere yola çıkmıştık. Yolda babam hastalandı. Onu tedavi etmek için epey uğraştıysam da babam vefat etti. Baktım ölünce yüzü karardı. Yüzünü kapattım. Yanında uyuya kalmışım. Rüyamda öyle bir zat gördüm ki ondan daha güzel yüzlü hiç kimse görmemiştim. Çok güzel kokuyordu. Babamın yanına geldi. Yüzündeki örtüyü kaldırıp elini babamın yüzüne sürdü. Babamın siyah yüzü nurlandı bembeyaz oldu. Bu zata kim olduğunu sorunca (Ben Resulullahım. Baban ömrünü boşa harcadı. Fakat bana çok salevat okurdu şimdi sıkıntıda olduğunu bildirdiler kendisi de benden yardım istedi. Çok salevat okuyan mümine ben elbette yardım ederim) buyurdu. Uyanınca babamın yüzünün bembeyaz olduğunu gördüm. İşte bu yüzden her yerde Peygamber efendimize çok salevat okuyorum. | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:16 am | |
| Kazdığı kuyuya düştü
Bir günEbu Cehil Peygamber efendimize bir tuzak hazırlayarak evinin önüne bir kuyu kazdırır. Ve sonra Resulullahı evine davet eder. Peygamber efendimiz davet üzerine Ebu Cehilin evine doğru yola çıkar. Eve yaklaştığında Cebrail aleyhisselam gelip Ebu Cehil'in evinin önünde tuzak için bir kuyu kazdığını söyler. Bunun üzerine Peygamber efendimiz kendi evlerine döner. Ebu Cehil ise geri dönmesine bir mana veremeyerek kendisine sormak için arkasından koştuğunda kapının önündeki kuyuyu unutarak adımını atar atmaz kendi eliyle kazdığı kuyuya düşer.
Çıkarmak için ip uzattıklarında bir türlü ipe kavuşamaz. İpler uzadıkça kuyu derinleşir. Bu hâl üzerine Ebu Cehil karanlık kuyuda çıldıracak gibi olur. Resulullaha haber verilerek kendisinin çıkarılmasını ister. Durumu Peygamber efendimize bildirirler. Hemen kuyu başına gelerek seslenir: - Seni kuyudan çıkarırsam iman eder misin? O da kabul eder.
Peygamber efendimiz mübarek ellerini uzatarak Ebu Cehili kuyudan çıkarır. Ebu Cehil kuyudan çıkınca: - Hayatımda senin kadar güçlü sihirbaza rastlamadım der ve iman etmez. | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:16 am | |
| Kibrin zararı
Günaha bir tevbe yeter taata bin tevbe yetmez. Günah işleyen tevbe ederse Allah affeder. Fakat ibadet eden ucba kibre kapılabilir. Buna bin tevbe bile yetmez. Beni İsrailden bir fasık vardı. Bir âbid de ibadetiyle şöhret bulmuştu. Fasık bu âbidin yanından geçerken "Gideyim şu âbidin yanına oturayım belki Allahü teâlâ onun hürmetine beni affeder" diye düşündü. Gidip âbidin yanına oturdu. Âbid ise üzerinde bulutun gölgelendirdiği bir zat olduğu için böbürlenip "Bu fasık benimle oturamaz" diyerek ondan yüzünü çevirdi. Yüz bulamayan fasık da çekip gitti. Fakat Âbidin üzerindeki bulut fasıkla beraber gitti. Allahü teâlâ zamanın Peygamberine (İnsanlara niyetlerine göre muamele ederim. Fasıkın günahlarını onun bu iyi niyetinden dolayı affettim. Âbidin ibadetlerini de kibri sebebiyle yok ettim) diye vahyetti. | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:16 am | |
| Kim bilir ne kadar dayak yiyeceksin
Behlül Dânâ bir gün kimse yok iken Harun Reşid’in tahtına geçip oturmuştu. Çok geçmeden sarayın görevlileri geldi. Behlül’ü tahttan indirip dayak attılar. Behlül hem dayak yiyor hem de gülüyordu.
Harun Reşid içeri girip niye Behlül’ün güldüğünü sordu. (Yediğim dayağa gülmüyorum. Bu tahtta birkaç dakika oturmakla bu kadar dayak yedim sen yıllarca oturuyorsun kim bilir ne kadar dayak yiyeceksin diye ona gülüyorum) dedi. | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:16 am | |
| Kimin rızkını senden biliyorsan
Adamın biri Şeyh Şibli hazretlerine dedi ki: - Efendim aile efradım çok fazla geçim sıkıntısı içindeyim ne yapmalıyım? - Hemen eve git kimin rızkını sana bağlı görüyorsan onu kapı dışarı et kimin rızkını da Allah'tan biliyorsan o evinde kalsın. | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:16 am | |
| Konuş ya Cüneyd
Cüneyd-i Bağdadi hazretleri hocası hayatta iken edep olarak tam 30 yıl dinden bahsetmemişti yani ortaya çıkıp da vaaz ü nasihat etmemişti. Bir gün rüyasında Resulullahı görür ona (Konuş ya Cüneyd) diye emir verir.
Sabah olunca bunu hocama nasıl söyleyeceğim diye tereddütlü bir şekilde hocasının evinin yolunu tutar. Kapıyı çalar hocasının huzuruna kabul edilir. Daha konuşmaya başlamadan hocası (Konuş ya Cüneyd aynı rüyayı ben de gördüm) buyurur. | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:16 am | |
| Kötülük eden kendine eder
Zatın birisi bir hükümdara der ki: - Sana iyilik edene fazlasını yap kötülük edene bir şey yapma onun kötülüğü kendine yeter.
Bunu gören biri bu zatı çekemeyerek hükümdara der ki: - Bu zat bana senin nefesinin koktuğunu söyledi. - Doğru mu söylüyorsun? - Elbette doğru yanına yaklaşınca ağzını burnunu tutarsa sözüm doğru çıkacaktır. - Bir tecrübe edelim.
Bir gün o adam o zatı yemeğe davet eder ve sarmısaklı yemek yedirir. Sonra da der ki: - Hükümdarı rahatsız etmemek için ona fazla yaklaşma!
Bu zat yine hükümdarın huzuruna girer ve karşısında beklerken hükümdar tecrübe etmek için adama der ki: - Yanıma yaklaş!
O zat da ağzını burnunu tutarak hükümdara yaklaşır. Hükümdar kendi kendine adamın doğru söylediğine inanır ve eline kağıt kalem alarak bir yazı yazıp o zata der ki: - Bu mektubu falan kumandana götür!
O zat mektubu alıp dışarı çıkınca kendisine yemek yediren adama rastlar. Der ki: - Elindeki ne? O zat da hükümdarın kendi eliyle yazdığı fermanlar genel olarak bir ikram verilmesi gereken yazılar olduğu için der ki: - Hükümdar bir miktar hediye yazmıştır onu almaya gidiyorum. - Ne olur bu kağıdı bana ver. - Buyurun alın!
Adam kağıdı alıp kumandana gider. Yazı tamamen umulanın aksine çıkar. Meğerse hükümdar kağıda “Bu kağıdı getiren adamı cezalandır” diye yazmıştır. Bunu duyan adam “Bunun sahibi ben değilim istersen esas sahibini getireyim” derse de fayda vermez. Emir yerine getirilir. Ertesi gün aynı zat yine hükümdarın huzuruna çıkınca hükümdar der ki: - Sana dün verdiğim mektup ne oldu?
O zat durumu anlatır. Hükümdar sorar: - Benim nefesimin koktuğunu söylüyormuşsun doğru mu idi? - Hayır böyle bir şey yok. - Öyle ise neden bana yaklaşınca burnunu kapadın? - O adam bana sarmısaklı yemek yedirmişti. Kokusu sizi rahatsız etmesin diye ağzımı kapadım. Böylece burnum da kapanmış oldu.
Hükümdar meseleyi öğrenince der ki: - Kötülük yapan kötülüğünün cezasını buldu. | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:17 am | |
| Koyun çoban için değildir
Yalnız yaşayan bir derviş sahranın bir köşesinde oturuyordu. Yanından adamlarıyla bir hükümdar geçti. Derviş başını kaldırıp hükümdara iltifat etmedi. Hükümdar öfkelendi. Vezir dervişe dedi ki: - Niçin saygı göstermedin? Derviş cevap verdi: - Hükümdara söyle kim kendisinden nimet umuyorsa saygıyı ondan beklesin. Şunu da bilsin ki hükümdarlar halkın koruması içindir. Koyun çoban için değildir. Fakat çoban koyun içindir.
Hükümdar dervişin sözünü beğendi: - Benden bir şey istededi. Derviş cevap verdi: - Bir daha beni rahatsız etmemenizi istiyorum.
Hükümdar: - O halde bana öğüt ver deyince derviş şunu söyledi: - Şimdi elinde nimet varken düşün! Zirvedesin Allah için ne yapacaksan şimdi yap. Bu devlet de saltanat da elden ele geçip gidecektir. Kalıcı olan ahiret için yapılandır. Yapılan ibadet bile olsa Allah rızası için yapılmamışsa dünyalık olur dünyada kalır. | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:17 am | |
| Kuşun öğüdü
Tamahkârın yakaladığı küçük kuş der ki: - Beni ne yapacaksın? - Kesip yiyeceğim. - Benim bir lokmacık etim ne karın doyurur ne de bir derde deva olur. Beni bırakırsan sana üç mühim nasihatte bulunurum. - Nasihatleri söylersen seni bırakırım. - Birini elinde iken ikincisini şu ağaca konunca üçüncüsünü de karşı tepeye varınca söylerim. - Peki birincisini söyle! - Elinde çıkan şeyin hasretini çekme! - İkincisi ne?
Kuş ağaca konunca der ki: - Olmayacak şeye inanma! - Üçüncü nasihati söyle! Kuş karşı tepeye varınca der ki: - Sen ne ahmaksın benim kursağımda ellişer gramlık iki tane inci vardı. Beni kesseydin bu incilere malik olacaktın.
İnci sözünü duyar duymaz tamahkâr hemen oraya yıkılıp kalır. Eyvah diyerek dövünmeye başlar. Sonra der ki: - Haydi üçüncüsünü söyle! - Sen iki nasihati hemen unuttun. Üçüncüsünü söylesem ne faydası olacak? - Söyle belki bunu unutmam. - (Elden çıkan şeye üzülme) dedim beni bıraktığına üzüldün (Olmayacak şeye inanma) dedim. Etimle kemiğimle 100 gram gelmezken kursağımda elli gramlık iki tane inci olduğuna inandın.
- Üçüncü nasihati söylemeyecek misin? - Ahmağa nasihat kâr etmez. Tamah insanı kör ve sağır eder. Hakikati görmeye mani olur | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:17 am | |
| Maşite hatunun imanı
Firavunun hazine işleriyle görevli bir veziri bunun da Maşite adında bir hanımı vardı. Firavunun kızının dadılığını yapıyordu. Kendisi Musa aleyhisselamın dinine inandığı halde imanını gizliyor ibadetlerini de gizli yapıyordu.
Maşite hatun bir gün hamamda Firavunun kızının saçını tararken tarak yere düştü. Tarağı yerden gayri ihtiyari besmele çekerek aldı. Firavunun kızı bu söze kızarak dedi ki: -Ey dadı! Bu nasıl sözdür. Benim babamdan başka tanrı mı vardır? Babamın adını değil de bir başkasının adını nasıl söylersin? -Evet yavrum Allah vardır. Hem yeri göğü ve içindekileri yoktan var eden seni beni babanı ve bütün varlıkları yaratan bir Allah vardır.
Firavunun kızı bu sözlere daha da kızarak dedi ki: -Seni babama şikayet edeceğim. Hak ettiğin cezaya çarptırılacaksın.
Durumu babasına söyledi. Firavun Maşite hatuna dedi ki: - Sen benden başka bir tanrıya inanıyormuşsun. Söyle benden başka yer yüzünde tanrı var mıdır? - Ey Firavun sen de biliyorsun ki sen ilâh değil âciz bir kulsun. Seni de yaratan Allah'tır. Sen fânisin yok olacaksın. Fakat Allah ebedidir. Fâni değildir. Musa aleyhisselam da Onun Peygamberidir.
Bu sözlere çok kızan Firavun onu hemen öldürmektense her gün bir uzvunu keserek başkalarına da bir ders olmasını istedi. Önce tırnaklarını çektirdi. Saçından tavana asıldı. Kamçılarla vücudundan kan çıkıncaya kadar kırbaçlandı. Bunlara rağmen dininden dönmeyince Firavunun kini günden güne fazlalaşıyordu. Maşite hatunu bir ağaca bağlattı. Biri 5 yaşında diğeri de 5 aylık olan iki kız çocuğundan büyüğünü karşısına getirerek şöyle söyledi: -Ey Maşite beni tanrı olarak kabul edersen seni serbest bırakacağım.
Maşite yavrusunun acıklı hâline bir de Firavunun hâline baktı. Sonra dedi ki: - Ben ancak bir olan Allah'a inanıyorum.
Firavun eline geçirdiği bıçakla 5 yaşındaki yavrunun gırtlağını annesinin gözü önünde kesti. Kanını da Maşite'nin ağzına yüzüne sürdürdü. Sonra tekrar hiddetlenerek şöyle sordu: - Söyle benden başka tanrı var mıdır? - Allah birdir Allah'tan başka ilâh yoktur.
Bu sefer Firavun 5 aylık kundaktaki yavruyu getirmelerini istedi. Getirilen yavruyu annesine yaklaştırdıklarında saatlerdir süt emmeyen yavru meme aramaya başladı.
Maşite hatun önceki yavrusunun uğratıldığı akıbetini düşündü. İkinci yavrusunun da hunharca kesilmesine bir anne olarak dayanamayacaktı kararını verdi. Firavuna Rabbim sensin diyecek fakat kalben inanmayacaktı. Tam ''Rabbim sensin'' diyeceği sırada küçük yavru dile gelerek dedi ki: - Hayır anne hayır! sabreyle! Rabbim sensin deme! İmanından asla dönme. Firavuna inanma! Benim için ablam için senin için Allah'ın Cennette hazırlamış olduğu makamı görüyorum. O makamı etrafında sana hizmet etmek için pervane gibi dönen hurileri de görüyorum.
Firavun ve orada hazır olanlar bu sözü duydular. Tevbe edeceklerine daha da hiddetlenen Firavun 5 aylık yavruyu da hemen boğazlattı. Fakat Maşite hatun ağlamıyor gülüyordu. Kızının gördüklerini artık o da görüyordu. Ölümünün bir an evvel gelmesini arzuluyordu. Firavun kocasıyla beraber Maşite hatunu ve yavrusunu kaynar kazanın içine attı. Fakat kini hâlâ yatışmamıştı. | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:17 am | |
| Muhammed Hadimi hazretleri
I. Mahmut Han Medine-i Münevvere'ye gitmişti. O zaman Medine'de Harem muhafızı olarak bulunan Hacı Beşir Ağa’ya (Harem-i şerifte kaldığın bu zaman zarfında önemli bir olay oldu mu?) diye sordu.
O da şöyle anlattı:
“Ravza-i Mutahharedeki Cibril kapısı bazı geceler seher vakti açılır fakat içeri kimsenin girdiğini göremezdim. Bir defasında kararımı verdim her gece sabaha kadar uyanık kalacak ne pahasına olursa olsun bunun hikmetini öğrenecektim. Epey gün böyle bekledim. Bir gece kapı yine açıldı. Hemen koştum içeride bir zat vardı. Kim olduğunu sordum. Bana Konya Hadim’den olduğunu söyledi. İmam-ı Birgivi’in (Tarikat-ı Muhammediyye) isimli kitabını şerh ettiğini şüphe ettiği bazı yerleri Resulullahın bizzat kendisinden öğrenmeye geldiğini söyledi. Kendisini odama götürdüm. Bir müddet kaldıktan sonra benden izin isteyerek ayrıldı. Ben sabah namazından sonra gene odama şeref vermesini rica ettim. (Memleketimde imamlık vazifem var! Bana izin ver) dedi ve ayrılıp gitti. Bundan sonra da arada sırada gelirdi kendisiyle görüşürdük...”
I. Mahmut Han olayın doğruluğuna iyice kanaat getirmek için de memleketin birçok âlimleri ile beraber Hadimli Muhammed efendiyi davet etti. Sonra Hacı Beşir Ağa'yı çağırdı. Hacı Beşir Ağa o kadar topluluk içinde Muhammed Hadimi hazretlerini tanıyarak yanına vardı (Hoş geldiniz) dedi. Padişah ve orada bulunan zevat da olayın doğruluğuna iyice inanmış oldular.
Not: Hakikat Kitabevi yayınlarından İslam Ahlakı kitabı Muhammed Hadimi hazretlerinindir. Linkleri Üyelerimiz Görebilir. UslanmaM Üyeliği İçin Tıklayın adresinden okunabilir. | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:17 am | |
| Müslüman olunca önceki günahlar affedilir
Dıhye-i Kelbi iman etmeden önce zengin bir Arap melikiydi. Peygamber efendimiz onun müslüman olmasını arzu ediyordu.
Dıhye Mescid-i Nebeviye girdi. Peygamber efendimiz mübarek omuzlarındaki elbisesini yere serdiler. Oraya oturmasını işaret buyurdular. Resul-i ekrem efendimizin bu keremini gören Dıhye’nin gözlerinden yaşlar boşandı. Hürmetle saygı ile “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resulühu” diyerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Peygamber efendimiz aleyhisselam sordu: - Niçin ağlıyorsun? - Ya Resulallah! Ben çok büyük günahlar işledim. Bu günahlarımın kefareti nedir? Malımın mülkümün sadaka olarak verilmesi mi yoksa öldürülmem mi gerekiyor?
- Ey Dıhye nedir günahın? - Ya Resulallah! Cahiliyet devrinin âdetine uyarak kız çocuklarımı öldürmüştüm.
Tam o sırada Cebrail aleyhisselam gelerek: “Ya Resulallah! Allahü teâlâ müslüman olanların önceki işledikleri bütün günahlarını affetti” buyurdu. | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:18 am | |
| Muaaaile Cebriyeci ve Ateist
İmam-ı a'zam hazretlerine bir ateist bir muaaaile bir de cebriyeci üç kimse gelir. Ateist sorar: (Allah varsa var olan görülür. Varsa ispat et.) Akılcı olan muaaaile sorar: (Cehennemde ateş var. Şeytan ateşten yaratılmıştır. Şeytana ceza vermek mümkün mü?) Cebriyeci de sorar: (Sen ise irade-i cüziyye var diyorsun. Her şeyin hâlıkı Allah iken insan ne yapabilir ki?)
İmam-ı a'zam hazretleri yerden 3 avuç nemli toprağı top gibi yapıp her topu birine atar. Üçü de durumu kadıya şikayet eder. Kadı niye çamur topu attığını sorar.
İmam-ı a'zam hazretleri der ki: Bunlar bana soru sordu ben de cevap verdim. Ateist Allah varsa var olan şeyin görünmesi gerekir demişti. Toprak başımı acıttı dedi madem ağrı var ağrıyı göstermesi lazımdır. Ağrıyı bile göremeyen Allah’ı nasıl görebilir ki? Ateist akılsızdır aklı varsa göstermesi gerekir. Ruh da akıl gibi görünmez ama yaptıklarından anlaşılır. Kâinatın var olması da onun bir yaratıcısının olmasını gerektiğini gösterir.
Muaaaile olan ise topraktan yaratılmış olduğu halde çamur toptan etkilendi. Toprak topraktan etkilendiğine göre ateş de ateşten etkilenir. Demir testeresi demiri kestiği gibi ateş de ateşi yakar.
Cebriyeci ise (Allah her işi zorla yaptırır) diyordu. O zaman o toprağı Allah attı bu beni niye şikayet ediyor? Kendi kendini yalanlamış oluyor.
Ustasız yapılan kayık Hz. İmamın böyle kısa cevaplar verdiği çoktur. Mesela bir ateistle saat onda buluşup münazara etmek üzere anlaşırlar. Hz. İmam kasten toplantıya bir saat kadar geç gelir. Ateist gecikince (Bakın imamınız korktu gelemiyor) der gelince de niye geç kaldın diye sorarlar. O da (Kayık yoktu. Irmaktan geçemedim bir de baktım ki ağaçtan kopan dallar kendiliğinden bir kayık oluverdi ben de binip geldim ondan geciktim) der. Ateist gülmeye başlar (Gördünüz mü nasıl yalan söylüyor hiç kendiliğinden bir ustası olmadan kayık yapılır mı?) der. Hz. İmam hemen taşı gediğine koyar: (Bre ateist bir kayık ustasız kendiliğinden olamazsa bu koca kâinat kendiliğinden nasıl var olur) diyerek ateistle münazara bile etmeden galip gelir.
Sayıların sonu olmaz Yine bir ateist (Allah var ise başlangıcı olmadığı gibi sonsuz da olamaz yani Allah ezeli ve ebedi değildir) der. Hazret-i İmam 1’den önce sayı var mı? der. O da yok der. (Sayıları sonuna kadar say bakalım) der. O da epey saydıktan sonra bırakır. Hz. İmam (Devam et sonuna kadar say) der. Ateist (Milyon milyar trilyon katrilyon…. Bunun sonu olmaz) deyince Hz. İmam (Sayıların bile 1’den öncesi ve sonu olmadığına göre kâinatı yoktan yaratan ezeli ve ebedi olmaz mı?) der.
Güvenilen kişi İmam arkasında niye Fatiha okutturmuyorsun diyenlere de şöyle der: Siz kırk kişisiniz hepinizi ayrı ayrı mı ikna edeyim yoksa en güvendiğiniz ilim sahibi birini ikna etsem siz de kabul eder misiniz?
Adamlar kabul ederiz der. O zaman Hz. İmam der ki: Münazara başlamadan daha dava bitmiştir. Siz kırk kişiden birisine güveniyorsunuz onu seçtiniz. Ben de imamın okuduğu kâfi gelir cemaatin okuması gerekmez diyorum. Siz nasıl bir kişiye güvenmişseniz ben de imama güvendim. | |
|
| |
Admin
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi Paz Mart 22, 2009 11:18 am | |
| Namaza gelenin farkı
Harun Reşid bir Ramazan günü Behlül'e akşam namazında camiye gitmesini ve namaza gelen herkesi iftara davet etmesini söyledi.
Akşam oldu namaz kılındı namazdan sonra Behlül 5-10 kişilik bir grupla çıka geldi. Harun Reşid şaşırdı: - Akşam camiye bu kadar insan mı geldi?
Behlül cevap verdi: - Siz bana camiye gelenleri değil namaza gelenleri iftara çağır dediniz. Namazdan sonra cami kapısında durdum çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sureyi okuduğunu ve daha başka şeyler sordum. Onları da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi. Camiye gelen çoktu ama namaza gelen bu kadarmış. | |
|
| |
| Dini Hikayeler Arsivi | |
|